Siyaset, yine temel meseleler karşısında şaşı...
Sen-ben alabildiğine tavan yaptı yine aziz ülkemde...
İktidar feveran içinde:
“- Paralel yapı var ya onların gayesi devleti ele geçirmek…”
Diğeri savunmada:
“- İktidar zulüm yapıyor! Yapılanlar demokrasiyle bağdaşmıyor”
Evet; sen-ben...
Biz diyen, vatandaş diyen, ülkem diyen hak getire...
Varsa yoksa yolsuzluk, yeni tape’ler, yeni atama kıyımları, yepyeni yargı süreci...
Ve, tahliyeler, sorgular...
Bol bol da demeç yarışı... Bakanlar, başkanlar işi gücü bıraktı varsa da yoksa iktidarlarının nemenem başarısını anlatıyorlar da anlatıyorlar...
Soluğu yargıda alıp iddialar için aklanmak yerine yandaş gazetelerde ve televizyonlarda boy boy savunma manşetleri...
Türkiye'de birliği sağlayamayanların iktidar sarhoşları olduğunun farkına daha ne zaman varacağız Allah aşkına?
Yandaş medyada yolsuzluğum yoktur diye mesaj yarıştıranlar yargı varken işi magazinleştirmenin alemi nedir Allah aşkına?
O onu dedi, bu bunu dedi!
Dedik ya sen-ben kavgası tavan yaptı da insanımız da unutuldu, ülkemiz de!
Ciddi sıkıntılar, ciddi olaylar oluyor ama bunları Türk insanı görmesin diye malum basında sen-ben kavgasına tutuşanlar unutturuluyor.
Paramparça, lime lime bölünüşe giderken uykudayız vesselam...
Ama bakınız Türk evladı neler oluyor?
“Dil” konusunda yeni oyunlar var. “Türk milletinin dili Türkçedir” artık sözde kaldı...
Yörüngesini şaşırmış bir siyasi kurum olan CHP teklif etti; AKP ve BDP balıklama atladı. Milliyetçi Hareket Partisi’nin karşı oyuna rağmen “Kürtçe propaganda” serbestliği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden Türk insanının haberi olmadan geçti.
Ama unutma Türk milleti; iki dil hayra alamet asla değildir!
Daha neler neler oluyor, turlamaya devam edelim.
İmralı Köşkünden fışkıran bebek katili resimleri Diyarbakır’ımızda pankartlarda... Bulvar ve caddelerde boş gösteren eli kanlı terörist sırıtırken ne yazık ki Türk milletinin yüreği kan ağlıyor.
Ve ilginç bir mantık...
Başbakanımız, yolsuzluklardan temizlenmek (!) için ilginç bir bahaneye sığınıyor!
Efendim, “Yolsuzluk dendiğinde; devletin kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu?” ona bakarmış!
Ayakkabı kutusu içerisindeki paracıklar ise devletten alınan ya da soyulan para değilmiş!
Allah aşkına bu nasıl mantık...
Gelsin komisyonlar, gitsin komisyonlar; dolsun paracıklar oradan buradan...
Sonra da kalkınız, ‘...devlet soyulmuyor!’ bahanesine sığın!
Ve işte geldiğimiz nokta... Bir fotoğraf ve yazılan sözleri hatırlatayım... 6 adet aklıevvel İslâm’ın kutsal mekanı Kabe’yi de arkalarına alıp poz vermişler birlikte...
Ellerinde bir pankart...
“- Dik dur eğilme Kabe’de dualarımız seninle büyük usta/ Umreciler...”
Ne diyelim Allah ıslah eylesin; siyasetin körleştirdiği gözlerden sana sığınırım Yüce Rabbim...
Sahi cebinizdeki parayı ay sonuna yetiştirebiliyor musun ey benim halkım!
Örneğin vatandaşa su faturası kazığı karşısında ne düşünüyorsun...
Bir fatura rakamlarını ortaya dökelim:
Tüketim bedeli: 19.35 TL, Fatura bedeli: 35.08 TL, Atık su bedeli: 9.60 TL, Şube yolu: 1.33 TL, Çevre Temizlik Vergisi: 2.16 TL ve Haraçların KDV'si: 2.56 TL
Adalet mi bu?
Bunca kahredici, sıkıcı, içimizi acıtan hadiselerin ardından bir de tarihe not daha düşelim!
Çok önemli bir kurumumuzun duvarlarını süsleyen iri harflerle Yüce Atatürk’ün sözleri yer ile yeksan oldu! Sadece imzası kaldı; takipteyim! Umudum odur ki, yenisini yazarlar...
Ve tekrarlayayım; mutlaka yeniden yazacaklardır umuduyla kurum ismini şimdilik saklı tutuyorum!
Son sözü Şemsi Tebriz’i söylesin:
“- Sözün kıymetini ‘lal’ olandan,
Ekmeğin kıymetini ‘aç’ olandan,
Aşkın kıymetini ‘hiç’ olandan öğren!”