Türkiye ateş çemberinde...
Kriz üretenler işbaşında...
Cepheleşme imalatçıları devrede...
Bizden-sizden ayrımcıları cirit atmada...
Yüzde 50’yle avunup koca memleketi kucaklama becerisini gösteremeyenler iş başında...
Bir kaşık suda boğucular koltuk sevdasında...
Başbakan ayak diremekte, yardımcıları özür dilemekte...
Öyle bir Başbakan ki, kriz simsarları yurdu boydan boya sararken Afrikalarda kral kapıları yüzüne açılmasa da bildik mesajlar vermekte...
Bu günleri hiç hak etmiyoruz, bu günler, yüce Türk milletinin kaderi olamaz, olmamalı...
Gerilimin tavan yaptığı bu günlerde Türkiye allak bullak...
Peki ya Başbakanımız?
Milliyetçi Hareket’in Lideri Devlet Bahçeli Bey, ne güzel de tarif ediyor Usta (!)nın halini...
Her alanda birliktelik sabote edilmekte...
“Ben yaptım oldu” hodbinliğiyle sabırlar zorlanmakta...
Her sözü olay olmakta...
Her beyanı toplum huzurunu baltalamakta...
Her icraatı memnuniyetsizler bloğunu tahkim etmekte...
Kimseyi dikkate almamakta...
Eleştirilere kulak asmamakta...
İkazlara dikkat etmemekte...
Başına buyrukluk ve ölçüsüzlük dizboyunda..
Kibir, kin, kabalık ve keskinlik moda...
Varsa yoksa kendisi ve zihniyeti...
Diğerleriyle ilişkinin adı ihtilaf!
Allah aşkına bu mu millete hizmetkârlığın adı?
İnsaf, merhamet ve hoşgörü nerede?
Nerede dilinden düşürmediği Şeyh Edebali’nin nasihatleri?
Ne kadar acı; Başbakan ve hükümeti tarif edilirken, husumetin, hıncın ve hizbin adresi olarak gösteriliyor.
Gerçekten de son vakalar bir bakıma, 10,5 yıllık AKP iktidarının kenarda ve dışarıda bıraktığı toplum kesimlerinin; dikkate almadığı, umursamadığı istek ve beklentilerin taşması ve taşkınlık göstermesinden başka bir şey değil...
Birlik, kardeşlik, huzur ve istikrar ifadeleri yine kendisi tarafından anlamsızlığa mahkûm edilmiştir.
Devlet Bey, Usta(!)yı “Başbakan için bir tek makbul ve meşru olan kendisi ve yandaşlarıdır. Bunun dışındaki herkes terbiye edilmesi, ayar verilmesi ve hizaya getirilmesi gereken kalabalıklardır” diye tarif ediyor; doğru da söylüyor..
Sokaklar karışık... Şehirler kaynıyor... Taksim’de çatlayan fay hattı aziz ülkemizi baştanbaşa sarıyor ama tüm bunların üzerine benzinle gidiliyor.
Yaşananlar gerçekten alarm verici.
Ancak, Taksim’in hayat hakkına sahip çıkan herkes her türlü övgüyü ve alkışı hak ediyor ki,ben onları candan alkışlıyorum. Ama, AKP’yi rüyadan uyandıran o yiğitleri; kendilerini istismar eden bebek katillerine, bölücü eşkıyanın dümen suyundaki marjinal sol örgütlerin militanlara karşı uyarmadan geçemeyeceğim.
Yeri gelmişken ifade edeyim; Milliyetçi Hareket ve Ülkücü Hareketi sokaklara çekemeyenlerin iftiraları beyhudedir. Türk milliyetçilerinin bölücü ve yıkıcı oluşumlarla yan yana gelmesini isteyenler hayal dünyasındadır.
Yine Devlet Bey’in ifade ettiği gibi Türk milliyetçileri ve Ülkücüler dibi görünmeyen kuyulardan su içmez. Türk milliyetçileri net, tutarlı, özgüven içinde ve sapsağlam şekilde ilkeleri ve ülküleri neyi gerektiriyorsa onun peşinde. Gelişmelerin seyrinden de kaygılı.
Çünkü Türk milliyetçileri ve Ülkücüler; Türkiye sevdalısı, aziz milletinin aşığı...
Türkiye sevdalılarını; Türk milletini üzmek için her türlü tertip, tezgah ve komplonun safında yer alacaklarını sananlar boşuna heveslenmesin.
Sokakların sisinden ve kontrolsüzlüğünden sonuç çıkmayacağını, çıksa da kimsenin hayrına olmayacağını ve yanına kâr kalmayacağını aklıselim olan herkes anlamalıdır.
Görünen odur ki; Başbakan Erdoğan’ın politikaları iflas ederken AKP’ye oy veren insanlarımız Başbakan’ın bütün konuşmalarından da rahatsızlık duymaktadır. Başbakan’ın yapacağı tek şey açtığı gedik büyümeden, akbabalar daha fazla meseleyi başka yerlere çekmeden sorumlu, vicdanlı ve faziletli hareket etmek olmalıdır.
Yazıma Cennetmekan Başbuğ Alparslan Türkeş’in kulaklara küpe olacak bir sözüyle nokta koyuyorum:
“- En büyük siyasi cinayet; milletin devlet sevgisini öldürmektir!”