“Efsane Başkan” Nurettin Soykan’ı andık hatıralarıyla...
Dostları oradaydı, evlatları oradaydı; kısacası onu tanıyanlar buluştuk Ankara’da bir hafta sonunda...
“Sen gidince söndü ışık, dönmeyince de Malatya’nın gönlü kaldı karanlık…” diyordu sevgili Pelin Atila, Nurettin Amcası için... Gerçekten öyle; bir söndü ışık Malatyalıların gönlü karanlık kaldı...
Batum’dan Artvin’e, oradan Doğanşehir’e ve Malatya’ya uzanan hayat öyküsü Nurettin Soykan’ın... Bir Tekel işçisi babanın yıldızlaştırdığı bir Malatya ve memleket sevdalısı...
Ol demişler; servetini sermiş siyaset uğruna...
Anlamam demiş; yüreğini koymuş Malatyaspor için...
Eğitim demişler, sonsuzluğa açmış kalbini...
Sevenleri bir aradaydı bu anma gününde... Hatıralarını Bahattin Atila Ağabey, Avukat İbrahim Kalı, Malatya eski valilerinden Mustafa Yıldırım ve H. İbrahim Daşöz, Dr. Şanal Tosun ile “Efsane Kaptan” Fuat Akyüz, duygu yüküyle anlatırken birçok gerçek de ortaya çıkıyordu.
Spordan anlamasa da “Efsane Başkan” olabilmeyi başaran insandı Nurettin Soykan...
Taa yedek subay öğretmenliğinde örgütçülüğünü gösteren, köylülerle imece usulüyle yol yapan da o idi...
Malatya eğitimine katkı için vakıf çalışmaları için yola çıkarken de o güzel ismi görmek mümkündü...
Ya siyasette... Madenci, sanayici, inşaatçı kimliğiyle Turgut Özal’lı yıllarda siyasette bugünkülerin aksine kazanamayan ama hep veren isim olarak fakirleşen de o idi...
Yok günlerinde sağlık sorunlarıyla uğraşırken Malatyaspor’un maddi çıkmazı karşısında yatağından doğrulup eş dosttan borç bulup Vali Daşöz Beye ulaştıran da o idi...
Önce evlat, ardından bir yastığa baş koyduğu eşinin acısını yaşayan “Efsane Başkan, yediden yetmişe herkesin sevdiği bir isim olarak Malatya tarihine altın harflerle kazındı artık...
Gerçekten MASTÖB Ankara Şube Başkanı Kamil Göksu’nun müjdesini verdiği “Anılarla Nurettin Soykan” inanıyorum ki, çok önemli derslerle okuyanlara ışık tutacaktır.
“Efsane Başkan” Nurettin Soykan’ı bir dönem birlikte emaneti olan MASTÖB’te yer aldığımız Bahattin Atila Ağabey’den çok dinledim ama ilk kez bu kadar ayrıntılı olarak izliyordum. Bahattin Ağabey’in hazırladığı anılar bambaşkaydı... Toplantıdan sonra kaptım elinden notlarını ve “Efsane Başkan” için tarihe şu notları düştüm!
“...Yunuslar, Hacı Bektaşiler, Arvasiler, Mevlanalar yazdı biz okuduk, şairler yazdı biz okuduk. Nurettin Soykan yazmadı. O anlattı,. Biz yazmaya çalıştık. Beceremedik! O konuşacak biz dinleyecektik; öyle de oldu.
Babası O’na “Sev” demiş... “Sevdir” demiş... “Sevindir” demiş...
Sayın Soykan bu baba öğüdüne çok değer verdi. Hep sevdi, hep sevindirdi. ‘Kendimi sevdirdim mi; onu bilmiyorum’ diyordu...
Bu baba öğüdü üzerine çok kitap yazılır.
Gelelim Malatyaspor’a... Namağlup 1. Lig, efsane olduğu olay... Malatyaspor, 1. Lig’de de başarı ve şampiyonluğa oynuyor. Soykan, ‘Bu hızı icap ederse keseriz;: çünkü tesislerimiz bu şampiyona cevap vermez’ diyor!
* * *
Ayağa kalkmak lazımmış!
Ne olduysa biraz borçlanma olmuş Malatyaspor cephesinde...
Bir gün rahmetli Özal, Malatya’ya gidiyordu. Ben de sayın Metin Emiroğlu’nun danışmanıyım ve heyette bulunuyorum.
Hava İkmal’de akşam yemeği... Tesadüf sayın soykan, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Abdurrahman Yavuz, ben ve birkaç arkadaş aynı masadayız.
Özal’dan Malatyaspor’un borçları için bir çözüm bekleniyor. Çünkü Soykan’da artık ödeme imkanı yok.
Karşılıklı oturuyoruz. Sigara üstüne sigara… Büyük bir heyecanla bekliyor. Ve 1 milyarlık yardım sözü geliyor.
Yetmez yav!
Biraz sonra 2 olsun! Yetmez... Sigaralar peş peşe yanıyor sönüyor. Kül tablası ucu yanık sigara doldu.
‘Bu böyle olmaz’ dedi ve yerinden kalktı. Özal’ın masasına doğru yürüdü. Özal, fark etmiş olacak ki, mikrofondan sesi duyuldu:
“- 4 milyar yeter mi?”
Sayın Soykan’ın istediği rakam da zaten buydu... Bir alkış koptu; geldi oturdu ve dedi ki:
“- Kalkmak lazımmış!”
Ve, Malatyaspor’un sıkıntısını gidermenin mutluluğu o geceye damga vurdu.
Pastırma-Sucuk hikayesi...
1980 ihtilali olmuş; görevlere son verilmiş ve herkes bir işle uğraşıyor. Ben de marketçiliğe başladım. Kızı Nurdane Hanım komşumuz, Damadı Atilla Bey askerden yeni gelmiş... Benim markete geliyor. Bir ara rahmetli oğlu Sezer da geldi. Atilla ile bir iş yapmamızı önerdi. Atilla’nın ailesi ile de aramız çok iyi...
Kayseri’den pastırma-sucuk bayiliği almışım ama mal getirtemiyorum. Maddi durum iyi değil Atilla’ya dedim ki; ben malı sipariş edeyim. 3 ayda ödeyeceğiz, sen kayınpederinden bir arabaya el koy, bu işi yapalım!
Araba geldi gelmesine de üzerinde Soykan Şirketler Grubu yazılı. Başka çaremiz yok, malı yükledik. Pazarlama da güzel gidiyor.
Birileri Nurettin Ağabeye ‘Yeni işin hayırlı olsun abi’ diyince ne iyi diye soruyor. Pastırma sucuk pazarına girmişsin karşılığını alınca da hiçbir şey demiyor.
İşimiz bittiğinde arabayı gönderiyoruz. Bir gün sonra arabayı geri alacağız ama benzin alacak paramız yok. Ne ise araba geldi, sucukları yükledik. Hep çek aldığımız için nakit hiç yok. Akaryakıt istasyonuna dedim ki, yakıt ver bize, ama karşılığında çek vereceğiz! Bir defaya mahsus vereceğini söyledi.
Ne ise arabaya bindik; baktık ki benzin ful. İşimize devam ettik.
Sonra duyuyorum ki; ‘İhtiyacı olan birileri arabayı götürüyor, işlerini görüyorlar; ama benzin alacak parayı kazanamıyorlar. Ben de benzini dolduruyorum diyormuş...
Be adamlar her kimseniz biraz sucuk biraz pastırma arabada unutulmaz mı; insan getirmez mi demiyor.
Yıllar sonra Ankara’da Hanımeli Sokak’taki ofisinde anlattım. Yapanları biliyor musun dediğimde ‘Oğlum biliyordu’ dedi!
* * *
MASTÖB Başkanlığı teklifi...
Ankara’da işlerini yürütürken kendisini ziyaret edip MASTÖB Başkanlığını teklif ettik. Bana dönerek çalışacaksan kabul edeyim diyince ben de söz verdim. Başkan oldu.
Bir şeyler yapmak istiyordu. Projelerinden biri her yıl Malatya’nın ilçelerinden kur’ayla bir köy seçilecek ve o köye internet evi yapılmasıyla ilgiliydi.
Efsane Başkan, Malatya’ya döndü biz de yanındayız. Fakat sağlığı iyi değil. Bu projeyle ilgili Gazeteciler Cemiyetinde basın toplantısı yapıldı, kuralar çekildi. 13 köye gittik, görüşmeler yaptık.
Proje için valilikten izin alınması gerekiyordu. Yazı yazdık, yer tespiti istedik; cevap alamadık ve projeyi bıraktık!
İkinci proje Avrupa Birliği projesiydi. Yemek pişirme, paketleme ve pazarlama konusunu ihtiva ediyordu.
Nurettin Ağabey, Vali Beyle görüşüyor. Vali Bey, birkaç yeri söylüyor ve hangisini beğenirseniz tahsis edelim diyor.
Gezdik; Karakaş Konağını beğendim. Projeyi başlattık. İŞKUR ile Otelcilik Okuluyla sözleşme hazırlıkları başladı. Kültür Bakanlığı’nda projenin üst yazısı tamamlandı. Sıra binanın bize verilmesine geldi. Nurettin Ağabey, beni sözleşme için Malatya’ya çağırdı.
Bir arabaya bindim; mevsim kış ve araba arıza yaptı. Donma tehlikesi geçirdim, ölümden döndüm. Başka bir vasıtayla Malatya’ya ulaştım. Randevu 09.00’da idi ama ben 10.00’da vardım ve Vali Bey bizi kabul etti.
Vali Bey, Kültür Müdürünü çağırdı; konağı verip veremeyeceklerini sordu. Müdür Beyden şok bir cevap:
“- Veremeyiz!”
Detaya girmiyorum ama Soykan Beyin bu harekete çok üzüldüğünü hissettim. Projenin bitimine kısa bir süre kala ‘Karakaş Konağının verilmesi mümkün görülmemiştir” yazısı geldi ve bu proje de kaçtı!
Nurettin Ağabeyi gerçekten üzen bir olaydır. Onun devlete güveni her zaman tamdı. Basan, ‘Devlet vatandaşından özür dilemelidir” derdi ki, malum Yıldız’da okuduğu yıllardaki bir tren yolculuğunda yaşadıkları için kendisinden devletin özür dilediğini anlatırdı.
* * *
Vekillerimiz orada okuyorlar!
MASTÖB olarak Mustafa Necati Evi projesi için umutlanmıştık. O da olmadı. Orada da Kültür Bakanı Ertuğrul Günay yanlış yaptı. Malatya, oradan çıkarıldı. Milletvekillerine okuma salonu yapıldı. Vekillerimiz şimdi orada okuyorlar!
* * *
Ne olduysa kazmalar yok oldu!
MASTÖB’ün malı olacak, Malatya gençliğine hizmet verecek bir proje istedi. Aranan arsayı bulduk; ihale yoluyla 49 yıllığına kiraladık.
O’nun ismine bir tesis kuracağız; kendisine müjdeyi verdim. Mutlu oldu ama ‘Kimse yardım etmez! Soykan yaptırsın diyecekler’ dedi. Öyle de oldu!
MASTÖB’e geldik; masada bir noter tebligatı... Baktım, Nurettin Soykan istifa etmiş!
O günlerde hanımı vefat etti. Oğlu daha önce vefat etmişti. İstanbul’a gittik. Orada dedi ki;
‘- Beni bekliyordunuz hanım gitti!”
Kendisinden söz verdiğimiz tesisi bitirmeden ölme dediğimizde; ‘- Ölmem, ölmem! Korkmayın’ diyordu...
İstifa sesebi görevden kaçma değil; ben biliyorum. Malatya’ya bir hizmet yapılacak ya fitne devreye girdi! Hasudilik zaten var! O arsa uzak dediler! Dediler... Dediler... Ama o Onursal Başkanımız olarak yardımlarına devam etti.
Arsamız hala orada. Bu ne kötü yer ki; iki defa mahkemeye verildik ama pes etmedik kazandık. Orada yaşayanlar üzerimize yürüdü; tehdit ettiler. Malatya’yı buraya sokmayacağız dediler.
Söz verenler kayboldular. Sayın Yaşar Öncan Bey, ‘Harfiyatı ben yapacağım’ dedi. Sonra gençler ‘Yaşasın’ dedi. Milletvekilimiz Öznur Çalık Hanımefendi ‘Kazmayı ben vuracağım’ dedi... Ne olduysa kazmalar yok oldu!
Demek ki, karşınızdaki fitne ne kadar kuvvetli ki şimdi bizler vereceğimiz bu hizmetin maketine bakıp duruyoruz.
İşte böyle fitne fesadın kol gezdiği bir zamanda Mamili Hoca’nın başından geçmiş bir olayı anlattı.
Malatya’ya Mamili Hoca’nın misafiri gelir. Hoca, misafirini karşılar; bir lokantaya götürür. İki mercimek çorbası isterler. Misafir, çorbaya kaşığı daldırdığında bir telis parçası çıkar! Hocaya seslenir:
‘- Hoca çorbadan telis parçası çıktı!’
Hoca, güler ve cevabı yapıştırır:
‘- Eeee 15 kuruşluk çorbadan ipek kuşam mı çıkacaktı!’
* * *
Van’dan aldığım acı haber...
Mevlana der ki:
Hey keyfini sürmüş gibi her tür emelin,
Vardım o gönül zevkine elhak ezelin,
Canan geziyor bahçemi Cennet sanarak,
Son hükmünü sezmiş zalim ecelin.
Çarşamba günü Van’a gideceğim. Elini öptüm; ‘Van güzel şehir, tadını çıkar’ dedi. Sıkı sıkı tembihledi:
‘- Yağ satanlar çarşısından tereyağı getir. Akşam şöyle güzel bir kavurma yapalım!’
Van’a ulaştım ki; bir telefon;
Hayır dedim! Nurettin Soykan Cuma günü ölecekti!
Kızım ‘Baba sen ne diyorsun, Nurettin Amcam vefat etti’ derken ben yine hayır dedim. Anlatmaya başladım:
Hastanedeyken çoğu zaman yanındaydım. Bir gün bana başından geçen bir olayı anlattı; ilgiyle dinledim:
‘- Yedeksubay olarak bir köyde öğretmenlik yapıyorum. Bir odayı lojman yapmışlar. Bir yatak ve bazı eşyalar... Kapının anahtarı yok; destek olarak kapının arsasında sopa!
Yatıyorum ama gözlerim açık. Gece yarısı kapı gıcırdadı ve kapı açıldı. Ben görüyorum. Beyaz elbise giymiş kısa saçlı yakışıklı iki genç içeri girdi!
Onlar bana bakıyor, ben onlara bakıyorum. Biri ötekine dedi ki:
‘- Biz buna Cuma günü geleceğiz!’
Yanlış gelmişler! Çıkıp gittiler; kapı aynı şekilde kapandı.
Kalktım, abdest aldım; namaz kılmaya başladım. Sabah okula gittim; dediler ki falan adam öldü. O yörede ünlü Sinan’ın bir söz var:
Falan öldü filan öldü,
Bir gün dediler Sinan öldü.
Bir gün Sinan olacağız da Cuma günü...
Cumartesi günü telefon açarsın veya gelirsin; beni görürsen bir hafta garantimiz var diyordu. Ecel günü şaşırdı ama Cuma günü defnedildi.
O gün Hıdırellez simsiyahtı...
Kuşlar ağladı... Dostlar ağladı... Ben ağladım.
Oradan Malatya’ya cenazeye geçtim.
* * *
Mütevaziydi... Kibardı... Yardımcı bir ruha sahipti. O’nun ‘Devlet özür dilemeli’ sözü çok önemli.
Bir gün sordum; çok yardımseversin!
Dedi ki;
‘- O verdi biz dağıttık!’ O hep veren eldi, alan el hiç olmadı.
O’nun yaşayışı Pir Sultan’ın sözleriyle:
Pir Sultanım eydür şunda,
Çok keramet var insanda,
O cihanda bu cihanda,
Aliye saydılar bizi
Balın rengini bilmezdik
Arıya saydılar bizi.
O, bir alçakgönüllülük abidesiydi... Bazen anlaşılmadığı zaman neydi o Niyazi Mısri’nin sözü;
Bizi Kadreler anlamaz, ummana sorun bizi...
Dedim ki; Nurettin Ağabey, seni ummana sordum. Ne dedi. Necip Fazılca bir cevap verdi:
Ölümden ileri varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın.
Ben bugün ilave ediyorum! Seni yazmayan kalem utansın!
Eyy Nurettin Soykan; kimseden nefret etmeyen sen; güzel laflar ederdin. Bir gün demişti ki:
‘- Benden nefret edenlere nefret edecek vaktim yok. Ben bana değer verenleri sevmekle meşgulüm.’
Ne büyük bir ruh genişliği...
Selam olsun Soykan gibi dost olanlara...
Selam olsun Soykan gibi samimi olanlara...
Selam olsun Soykan gibi bilinmez çığır açanlara...
Malatya vefa borçlu bu büyük insana... Mekanı Cennet olsun.