Sevgi Medeniyeti

Kur'an ve hadislerde sulh, ıslah, ülfet, muhabbet ve meveddet gibi kelimelerle ifade edilen barış ve sevgi duygusu, insanın hemcinsleriyle arasındaki ilişki ve kaynaşmasının en önemli unsurudur

Doç. Dr. Zülfikar Durmuş

Kur'an ve hadislerde sulh, ıslah, ülfet, muhabbet ve meveddet gibi kelimelerle ifade edilen barış ve sevgi duygusu, insanın hemcinsleriyle arasındaki ilişki ve kaynaşmasının en önemli unsurudur. Sevgi, toplumsal hayatın kurulması ve güçlendirilmesinin vazgeçilmez şartı olduğu için Kur'an'da ve hadislerde müslümanların kardeş olduğu belirtilerek onlar arasında güçlü bir sevgi bağı kurulması öngörülmüştür (bk. Al-i İmrân 103; Hucurât 10). Gerçek anlamda ilk müslüman toplumun kurulduğu Medine'de, Mekke'den göç edenlere kucak açan Medineli müslümanlar Kur'an'da: “Onlar, hicret edip yanlarına gelenleri severler.” (Haşr 9) diye takdir edilir.
İnsanlar arasında esas olan sevgi, barış ve kardeşlik olduğuna göre haklı gerekçeye -Allah için gibi- dayanmadan herhangi bir kimseye karşı şahsî düşmanlık duygusu besleyip düşmanca davranmayı İslâm ahlâkı asla onaylamaz. Nitekim Kur'an'da, Yüce Allah'ın daha önce Araplar arasındaki düşmanlıkları kardeşliğe çevirerek aralarında kaynaşmayı gerçekleştirmesinin onlar için nasıl bir büyük lütuf olduğu anlatılmakta (Al-i İmrân 103); yapılan iyiliklerin en köklü düşmanlıkları bile sıcak ve candan dostluklara çevireceği ifade edilmektedir (Fussilet 34).
Kur'an, gerek müslümanlar arası gerekse diğerleriyle ilişki kurmada barışın esas olduğunun altını çizer. Hz. Peygamber de uzlaşma ve kaynaşma çabası göstermenin müslümanlar için bir görev olduğuna şöyle işaret eder: “Mümin ülfet eden (uzlaşıp kaynaşan) insandır; ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet kurulamayan insanda hayır yoktur.”
Hz. Peygamber, bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiştir. İnsanlar arası ilişkilerde asıl hayırlı olan barış ve sevgi ise onun karakteristik özelliklerindendir. Nitekim, sırf bir olan Allah'a iman edip, insanları da O'na iman etmeye çağrıda bulunduğu için kendisine her türlü eziyet ve işkenceyi reva gören Mekke müşriklerine beddua etmesini isteyenlere: “Ben lânetçi olarak değil, bütün insanlara rahmet olarak gönderildim.” buyurmuştur (Müslim, “Birr”, 87). Uhud savaşı sırasında bile o şöyle dua ediyordu: “Allah'ım! Milletime hak yolu göster; çünkü bunlar bilmiyorlar.”
Kur'an, müslüman olmayan kimselerin dinî ve vicdanî kanaatler üzerinde baskı kurmalarını eleştirirken, müslümanlara da aynı konuda yükümlülükler getirmiştir. Bunların en kesin olanı, “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara 256) şeklindeki açık hükümdür. Birçok âyette Hz. Peygamber'in bile dinî görevinin tebliğden ibaret bulunduğu, onun yalnızca “müjdeleyici ve uyarıcı” olduğu, insanlar üzerinde baskı kurup zor kullanma yetkisinin bulunmadığı açıklıkla ifade edilmiştir. Aslında insanların vicdanları üzerinde baskı kurup zorbalık yapmanın, Kur'an ahlâkıyla bağdaştırılması mümkün değildir. Kur'an'daki, “Bir topluluğa duyduğunuz kin sizi adaletsizlik yapmaya itmesin.” (Mâide 8) şeklindeki genel uyarının, dinî ve vicdanî kanaatler üzerinde baskı kurma yasağını da kapsadığında kuşku yoktur. Zira zor karşısında kabul edilen imanın ve yapılan ibadetin Allah katında bir değeri yoktur! Önemli olan bu işlerin gönüllü ve bilinçli olmasıdır.
Kur'an, muhataplarından herkese iyilik yapmalarını, onları affetmelerini, barış ve güven ortamını oluşturmalarını, her durumda hak ve adalete uygun hareket etmelerini, öğüt ve hikmetle iyiliğe, iyiliği ve barışı yaygınlaştırmalarını istemektedir. Kur'an'ın bu çağrılarına kulak veren Hz. Peygamber, gerek müslümanlarla gerekse gayri müslimlerle ilişkilerinde bunları öne çıkartarak yaşama geçirmiştir. Bizler için kendisinde uyulması gereken güzel örnekler bulunan Resûl-i Ekrem'in bu niteliği şu âyette dile getirilmektedir: “Allah'ın (kalbine yerleştirmiş olduğu) rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.” (Al-i İmrân 159). Bu ayet aynı zamanda biz Müslümanlara dini anlatmada nasıl bir yöntem izlememiz gerektiği mesajını vermektedir.
Yüce bir ahlâka sahip olan Allah Elçisi, kötülüğe kötülükle karşılık vermemiştir; aksine bağışlayıcı ve affedici olmuştur. Asla intikam peşinde koşmamıştır. Kusur arayan biri olmadığı gibi, insanların kusurlarının araştırılmasını yasaklamıştır. Müslümanlar arasında sevgi ve barış ortamının sürekli sağlanması için müslümanın müslümana üç günden fazla küs durmasını uygun görmemiştir. Müslümanları bir tarağın dişleri mesabesinde görmüştür.
Hz. Peygamber'in en başta gelen amaçlarından birisi, toplumun huzur ve barış içinde yaşamasını sağlamaktı. Bu amaçla o, insanların birbirini hor ve hakir görmelerini, dedikoduyu, ara bozmak için laf götürüp getirmeyi, ikiyüzlülüğü, yalanı, yalancı şahitliği, lanet okumayı, sövmeyi, hakareti, ana-babaya isyankar davranmayı, iftirayı, ölüleri kötülemeyi, kıskançlığı, kin beslemeyi, dargınlığı, kusur araştırmayı, aldatmayı, sözünde durmamayı, yapılan iyiliği başa kakmayı vb. yasaklamıştır. Hz. Peygamber'in yasakladığı bu davranışların fert ve toplum için ne kadar zararlı olduğu ve işlendiği takdirde toplumda olumsuz tahribat açacağı açıktır. Bu bakımdan o, başkalarıyla ilgili şu üç şeyden daima uzak dururdu: Hiç kimseye kötü demezdi, hiç kimsenin kusurunu aramazdı, hiç kimsenin sırrını öğrenmeye çalışmazdı. Kısaca o, iyi sonuçlar alınabilecek ve fayda elde edilecek sözler söylerdi.
Allah Resûlü'nün barış sever olduğunun en büyük kanıtlarından biri, hiç kuşkusuz, hicretin altıncı yılında gerçekleştirilen Hudeybiye Barış Antlaşması'nı imzalaması idi. Maddeleri Müslümanların aleyhine olmasına rağmen, insanların barış ve güven içinde birlikte yaşamalarını çok arzu ettiği için böyle bir antlaşmayı imzalamıştır. Bu antlaşma Kur'an tarafından Müslümanların lehine olmak üzere “Büyük Fetih” olarak nitelendirilmiştir (Fetih 1). Bundan iki yıl sonra da neredeyse hiç kanın akıtılmadığı Mekke'nin Fethi'ni, Allah'ın izni ve yardımıyla gerçekleştirmiştir.
Çok az insanda bulunan hususlardan biri de, düşmanlarını bağışlamasıdır. Ancak bu yüce erdemi Rahmet Peygamber'inin hayatının hemen her alanında görmek mümkündür. Düşmandan intikam almak, insanın meşru ve hukuki hakkıdır. Ancak Kur'an ahlâkı bunun tersini öğütlemektedir. Allah Resûlü'nün intikam almak için eline geçen en büyük fırsat Mekke'nin fethiydi. Fakat biricik örnek ve önder insan Hz. Peygamber, kendisine ve Müslümanlara, sırf bir olan Allah'a inandıklarından dolayı, her türlü hakaret, eziyet, işkence, boykot ve entrikayı reva görüp doğup büyüdükleri vatanlarından göçe zorlayan müşrik Mekkelileri “Bugün size hesap sorma ve hakaret etme yoktur. Gidin hepiniz serbestsiniz.” diyerek bağışlama erdemliliğini göstermiştir. Çünkü onun ilkesi ve amacı, insanların kalplerini kazanmaktı; kötülüğe kötülük ile karşılık vermek değildi!
Sonuç olarak, Kur'an, Allah Resûlü'nün Müslümanlara karşı çok düşkün, merhametli ve şefkatli olduğunu bildirmektedir: “Andolsun ki, içinizden size; sıkıntıya uğramanız kendisine çok ağır gelen, size çok düşkün, inananlara çok şefkatli ve merhametli olan bir peygamber gelmiştir.” (Tövbe 128).

Ramazan 2015 Haberleri