Balık tutmayı bu saatten sonra öğretebilecekler mi?
Duyduk duymadık demeyin; Başbakanımız nihayet üretip tüketmeyi hedeflediğini ilan etti. Başbakan, devletin Valilerine oy uğruna beyaz eşyalar bile dağıttırırken şimdi “fakire maaş vermem” dedi. Buna gerekçe olarak da yoksullukla mücadele ederken insanları tembelliğe sevk etmenin çok kötü olduğuna dikkat çekti.
Başbakan’ın bu açıklamasını televizyondan izlediğimde şaşkına döndüm. Daha dün AKP’nin sosyal yardımlarda ne kadar mahir olduğunu anlatan kendisi ve parti sözcüleri değil miydi?
Çok değil, 25 Mart 2011 tarihli konuşmasında bakın Başbakan, sosyal yardım anlayışını nasıl anlatıyordu:
“…Bizim devlet olarak yaptığımız demokratik laik sosyal bir hukuk devletinin gereği olarak sosyal devletin gereği olan o garip gurebayı fakir fukarayı bulup arama görevini bize yüklediği için onları bulma anlayışıdır, sadaka anlayışı değildir.
Sadaka bireyseldir zenginlerin fakiri arayıp bulmak suretiyle sağ elin verdiğini sol elin görmediği bir anlayıştır. Bizim yaptığımız sizlerin devletimize verdiğiniz vergilerle fakir fukarayı arayıp bulup eğitimde sağlıkta erzak dağıtmada kömürünü sobasını ulaştırmada sosyal dayanışma vakfımızla onlara hizmet vermektir. Buna sadaka demek o vatandaşların onuru ile oynamaktır. Bunu hiç kimse bir başka yere çekmesin. Bugüne kadar bu yapılmadıysa görev ihmalidir. Bugün yapılıyorsa bu görevin yerine gelmesidir.”
Devam edelim!
AKP’li belediyelerin kaloriferli evlere kömür servisi bile yaptıklarını ne çabuk unuttu. Büyük kentlerin varoşlarında yoksullukla mücadelede yollara saçılan koli koli yiyecekleri bu gözler çok gördü. Ama Başbakan işine geldiği şekilde siyaset yapıp yandaş medyası aracılığıyla da bunu duyurunca herkes de essah sanıyor!
Başbakan, insanları tembelliğe sevketmeyeceklerini söylerken bakınız rakamlar ne diyor? Başbakan, balık tutmayı öğreteceklerini söylerken sosyal devletin gereği yaptıkları ile ne kadar da çok övünüyor.
Yardım paketleri moda olduğundan beri Türk çiftçisi de üretime ara verdi. Çiftçimiz, bin bir güçlükle üreteceği yerde şimdi hazırı tüketiyor, tuttuğu balıktan vazgeçiyor. Rakamlardaki korkunç farka “sosyal yardım farkımız” diyerek öğündüğünüze göre balık tutmayı öğretmek pek de önemli olmuyor değil mi? Peki diğerleri de farkını göstermek isteyince “balık tutturmak” neden aklınıza geliyor!
Bakınız, sizin döneminizde yardımlar hangi kategorilerde yapıldı, bir gözden geçirelim. Düzenli yardımlar, aile yardımı, yaşlılık yardımı, özürlü yardımı; süreli yardımlar, eğitim yardımı, sağlık yardımı, barınma yardımı, yakacak yardımı; geçici yardımlar, tek seferlik yardım, gelir getirici faaliyet yardımı, sosyal kalkınma desteği yardımı.
Bu yardım çeşitliliği içinde rakamlar ise, 2002 yılında sosyal yardım niteliğindeki kamu harcamalarının gayri safi yurt içi hasılaya oranı sadece yüzde 0,3 iken; bu oran 2009 yılında yüzde 1,2'ye çıkarıldı ve bütçeye önemli bir yük bindi.
AKP iktidarlarında devletin ekonomik işlerden, hizmet sektörünü ve tarımı finanse etmekten elini çekerek küçülmesi; yani devletin “küçülerek” üstünden attığı sosyal güvenliğin maliyeti katlanmıştır, zaman zaman da bazı gruplar tarafından istismar edilmişti.
Ve, TÜİK’in 2009 yılı verilerine göre, Türkiye’deki 17 milyon hanenin 2.5 milyonu yardım alıyor. Yardım alanların çoğunun aylık geliri düşük. 1.5 milyon aile akraba, komşu ve benzeri yakınların yardımıyla hayatını sürdürüyor. 800 bini, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan yardım alıyor ve yardım alanların yüzde 21’i belediyelerden destek görüyor.
Bu veriler de gösteriyor ki, AKP hükümeti eliyle kapitalizm, bu ülke nüfusunun hayli büyük bir kısmını “komşunun külüne muhtaç” hale getirmiş, emeklilik yaşını mezara kadar uzattığı yaşlılarını açlık sınırının altına itelemiştir. Sonra da, “bir tas sıcak çorba”yla, yoksullaşan halkın şükran duygularını oya tahvil etmeyi becermiştir.
Tüm bu gerçekler ortada iken Başbakanın, sosyal yardımdan söz eden muhalefet partilerini suçlaması ve “balık tutmayı öğretmesi” oldukça anlamsızlaşıyor değil mi?