Kendisine menfaat sağlayacak olan kimselere aşırı saygı gösterenlere toplumda "Şaklaban, yağcı, yalaka, dalkavuk" denilir. Kendisine menfaat sunma ihtimali olan kişilere, yanaşan kimseler ise, genel olarak soytarı diye tabir edilir.
Soytarılar genel olarak kendi bireysel menfaatleri uğruna, insanlık onurlarını hiçe sayarlar, dürüstlüğe de pek önem vermezler. Toplumun kötü gidişatı hiçbir şekilde umurlarında değildir. Öyle ki kendi çıkar ve menfaatleri söz konusu olduğunda bir başkasının hakkının yenmesine dahi çok rahat bir şekilde razı olurlar. Güçlü insanlara yaranmak uğruna; güçsüzleri, kimsesizleri, garibanları ezen soytarılar, aslında tarih boyunca her dönemde mevcut olmuştur.
Varlıklı ve makam sahiplerini önce göğe çıkarırlar sonra işleri bitince de biranda düşürürler. Bu yüzden hiç tanımadığınız bir insan sizi överek söze başlıyorsa inanın çok dikkatli olmanız gerekir.
Zira her kurban kesilmeden önce boynu okşanır.
Ünlü düşünür Montesquieu der ki; “Dalkavukluklar; güçlü görünen adamlarının çevresini sarmış bir menfaat çemberidir” O öyle bir çemberdir ki; maalesef her geçen gün daha da kalınlaşır ve kolay kolay kırılmaz, kırılamaz. Bu çemberi çeviren dalkavuklar çevirdikleri ve çevirecekleri çemberlerin çevre ve çaplarını gayet iyi hesaplarlar. Bu sebepten mütevellit onursuz ve gurursuzlardır. Menfaatleri her nerde ise yağlama, yıkama, pasta ve cila hizmetlerini gayet iyi bilirler.
Bir kıssadan hisse bu durumu özetler niteliktedir.
Hikayede anlatılana göre;
Zamanın birinde bir padişah yaşarmış. Bu padişah hem tecrübesiz hemde öylesine bilgisizmiş. Sürekli yanında dolanan ve kendisinden faydalanan "Dalkavuklara, vezirlere, sadrazamlara, yalakalara" itibar edermiş.
Halkı yoksulluk ve sefalet ile boğuşurken hiçbir şeyi görmezmiş. Kendini bilmez yalakaları, dalkavukları, vezirleri, sadrazamları ne hikmetse bolluk içinde yaşarmış. Sarayın gariban ve kimsesiz hizmetkarları ise yıllarca zulüm altında yaşar ve çalışırlarmış. 2. sınıf insan muamelesi görenlerin sesini kimse duymak istemezmiş. Sesini çıkaran ya idama gönderilir yada sürgün edilirmiş. Bu zulüm nereye kadar sürer, bilinmez ise de herkesin bildiği bir söz varmış; "Zulüm ile abâd olanın, akıbeti berbat olur." diye herkes söylenirmiş. Padişah her şeyden habersiz bir Lale devri yaşıyormuşçasına gününü gün edermiş. Yani anlayacağınız dostlar: Birileri yaşarken birileri her seferinde ölüyormuş. Padişahın ise keyfi yerinde gününü gün ediyormuş.
"Padişahım çok yaşa! " diyen yalakalar, dalkavuklar,, sadrazamlar olduktan sonra Padişah benim! Ooo sırtım yere gelmez diyormuş...
Padişah birgün dalkavuğuna sormuş:
Ben mi daha cesurum, Hz.Ömer mi?”
Dalkavuk: cevap vermiş..
“Tabii ki siz efendim sultanım.
Çünkü;
Hz.Ömer Allah’tan korkardı.
Sen ondan da korkmuyorsun.
Gel zaman/ git zaman Allah korkusu olmayan padişah ve yalakala tayfasının yaptıklarına dayanamayan halk artık isyan etmiş. Ülkenin dört bir yanında çıkan ayaklanmalar neticesinde padişah mevcut koltuğunu bırakmak zorunda kalmış. Yerine yeni gelen padişah tahta oturunca, tabii bu "Dalkavuklar, yalakalar, sadrazamlar, soytarılar" kendine kaçacak delik aramış. Son bir şansımızı deneyelim, padişah bizi affeder diyerek; utanmadan padişahın huzuruna çıkmışlar. Tabii padişahın her şeyden haberi varmış.
Hep birlikte "Padişahım çok yaşa, padişahım çok yaşa, padişahım çok yaşa" naraları atılınca padişah hooop demiş. Ben eski padişahınıza asla benzemem. Padişah dediğin çok değil; " Hayırlı, dürüst, namuslu, şerefli ve adaletli"yaşar.
Şimdi yanımdan defolun gidin! Bir daha yüzünüzü görmeyeyim der.
Padişah halkına dönerek; "Sakın ola makam sahiplerinin önünde asla eğilmeyin! İster padişah, ister para babası olsun; En büyük makam Allah'a kul olmaktır, sizin sahibiniz ise bir tek Allah'tır der.
Makamlar işte bu yüzden gelip geçicidir dostlar; asıl olan gönüllere girmektir. Ezenin köpeği değil; ezilenin aslanı olun ki mezar taşınıza dalkavuk değil; adam yazsınlar.
Değerli takipçilerime, sevenlerime, dostlarıma selam olsun...