Polat; Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı bir belde... Tarih boyu oradan oraya savrulduğu için geçmişini bulamayan eski bir beldemiz, doğup büyüdüğüm Polat...
Bir Türk oymağından adını alan Polat, ne yazık ki sosyal dayanışma açısından büyük bir yetim belde... Kendi yağıyla kavrulan, kaderciliği ile ön plana çıkan bir hayat...
Ege Üniversitesi Uçak Teknolojileri MYO Öğretim Görevlisi, Şair Ozan Araştırmacı Yazar Fikri Önay Bulanık Bey tamamen kendi imkanlarıyla bu güzel beldemizde kar kış demedi; önemli gördüğüm bir etkinliğe imza attı.
Yaşadığı Güzel İzmir’den ayrılıp geldiği Polat’ımızda yaptığı bu etkinlik beldemizdeki gençlerimize türkü ışığı oldu, elindeki saz oldu... Polat ağzı türkülerin sahipsiz kalmaması adına bayrak açan Fikri Önay Bulanık Bey’i bu etkinliği düzenlemesinden dolayı bir kere daha tebrik ediyorum.
Kendisinden etkinlikle ilgili duygularını paylaşmasını rica ettim; kırmadı yazıya döktü... Tüm okurlarımla paylaşmak istiyorum:
“Hava şartları da bozdu, yağmur, soğuk, kar hasılı tüm olumsuzluklar. Ama etkinlik asla etkilenmedi. Tüm katılımcılarım neredeyse eksiksiz bağlamaları omuzlarında benden önce kapının önünde birikiyorlar heyecanla beni bekliyorlardı. Bir tane bile yüzü gülmeyen, heyecansız genç göremezsiniz. Nihayet sınıftayız, tedbir alınmış ısıtıcılar hazır, ekipman tamam. Verilen ödevler hızla icra ediliyor, adeta performans için birbirleri ile yarışıyorlardı.
Aslında hiçbir şey yapmamıştım ben onlara. Sadece yüreklerine dokunmuştum sanırım. Aç yüreklerine. Yöremin, toprağımın, genlerine enjekte ettiği, türkü, ritim, melodi, şiir, mani, hikaye, söylence ne varsa eşelediğim genetik ruh arşivlerine dokunmuştum sessizce. Kendilerinin bile farkında olmadığı atadan dededen miras içsel zenginliklerine. Benim de gözlerim ışıldıyor, ağzım kulaklarımda, neden mi. Zira hazine buldum, pahası değeri biçilemeyecek bir zenginlik bana göre. Türkü söylemek, bağlama çalmak zaten onlara atadan, topraktan sirayet etmişti bile. Ben sadece parmaklarını nereye koyacaklarını gösteriyor, tele dokunmalarını sağlıyordum. Beş haftada "Allı Turnam" notayla çalınamazdı. Şimdiye kadarki yüzlerce öğrencimden hiç böyle bir örnek yoktu. Ama bunlar sınıf olarak neredeyse çalabiliyor ve de söyleyebiliyorlardı. Şaşırıyor ama belli etmiyor, daha diyordum, haydi diyordum.
Kasabamda kaldığım bir buçuk ay gibi kısa bir sürede, münferit okuma kayıtları almış, görsel videolar çekmiş arşivlemiştim. Öylesine ki, bundan tam kırk dört yıl önce kasabamla ilgili yayınlanmış "Çılgın Doruklar" isimli kitabı bulmuş, o zamanki yazılanların şimdilerdeki yansımalarını görüyor, zamanın tünelinden bakar gibi hissediyordum kendimi.
Dağlarda sürülere çalınan sanki o zamanın kavalını bile dinlemiş, kaydetmiş ve adeta büyülenmiştim bir gece sohbetinde. Günün soğuğu, gecenin muhabbetinin sıcağı, zaman kavramı, elektriğin olmadığı günlerden akıllı tahtası olan okulda paylaştığımız “Temel Müzik Bilgisi ve Bağlama Tanıtımı” adlı aktivitemiz muhteşemdi bana göre. Amacıma fazlasıyla ulaşmış, konservatuar, eğitim fakülteleri müzik öğretmenliğini hedefleyen gençlerimizin inşasına bir tuğla koymak ne güzel bir şeydi. Çoğunluğu kızlarda oluşan sınıfım her hafta sonunu iple çekiyor okula koşa koşa geliyorlardı. Onlara göre de ders çabucak bitiyor ve evlerine dönmek zorunda kalıyorlardı. Bir çoğuna haftanın diğer günleri akşamları özel derse geliyorlardı.
Sayılı gün. Bitti işte. Artık dönme vakti. Arabamı hazırladım, tam binecekken köşeden hepsi birden göründüler. Koşarak geliyorlardı. Müdüre; izin verirseniz gidip hocamızı uğurlayacağız, vermezseniz de okuldan kaçarız demiş ve gelmişlerdi. Tek tek sarıldık. Ağlaştık. Her şey bir kenara, bu an bir kenaraydı benim için. Toprağımın kokusu, evlatların kokusu, sevgi ve saygılarının kokusu, Devrent Dağının lalesini, sümbülünü, nergisini aratmazdı bana kalırsa.
Yaşadığım şehre dönene kadar geçen saatlerde ağzımı bıçak açmamış. Sadece onları düşünmüştüm ve olanları. Yaşadıklarımı. Bir hikaye kitabı ve anıların içinde yer alacağı minik bir kitaptı aklımdan geçen. Bir ucunda “Çılgın Doruklar”, diğer ucunda ise ben. Devrent’in lalesi, çobanın kavalı, bu çocukların çaldığı “Allı Turnam.”
Kim bilir!.. Belki de onlar benim yüreğime dokundular...”
Ne mutlu yüreklerde iz bırakanlara diyor; yazımı Mevlana’nın güzel bir sözü ile noktalayalım:
“- Ya tutulacak kadar yakın ol, ya da unutulacak kadar uzak! Kaygılanma herkes ölür, kimi toprağa gömülür kimi yüreğe…”