Sahil Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Ramazan Durmuş

Neşe dolmuyor insan, bugünlerde...

25 Nisan 2010 - 13:50 Yorum: 6

Neşe dolmuyor insan, bugünlerde...

 

Yüce Türk milletinden özür dileyerek, buruk bir 23 Nisan yazısını gecikmeli de olsa sizinle paylaşmak istiyorum.

Türk Milleti"ne, Türk"ün Atasına, Yüce Atatürk"e hakaret edenlerin prim yaptığı bir dönem yaşıyoruz.

İşte böyle bir dönemde neşe dolmuyor insan!

Her yandan kıskaca alınmışız, gidiyoruz bozuk düzen…

TBMM"nin 90. kuruluş yıldönümünü, yani 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutlarken sabah yarınımızın büyükleri çocuklarımızın coşkuları ile teselli bulduk. Sonra sık sık eleştirdiğim TRT"nin 23 nisan programlarına takıldım. Ülkü Adatepe"nin sunduğu programı kaç çocuğumuzun izleyebildiğini merak ettim.

Sonra da Cuma namazına doğru yol aldım... Cuma tesüdüf değildi, 90. yıldönümü kutlamaları açılış günü olan Cumaya denk düşmüştü. Yüce Atatürk, açılışı Cuma gününe getirirken namazlı Kur'anlı davetiyesinde şöyle diyordu:

“…Vatanın bağımsızlığı, yüce Hilâfet ve Saltanat makamının kurtarılması gibi en mühim ve hayati vazifeleri yapacak olan bu Büyük Millet Meclisi"nin açılış gününü Cuma"ya tesadüf ettirmekle, anılan günün mübarekliğinden istifade ve bütün değerli mebusların hazır bulunmaları ile Hacıbayram Veli Camii Şerifi"nde Cuma namazı kılınarak Kur"an ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır. Namazdan sonra, Sakal-ı Şerif ve Sancak-ı Şerif taşınarak Daire-i Mahsusa"ya (İlk Meclis binasına) gidilecektir. Daire-i Mahsusa"ya dahil olmazdan evvel, bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. İşbu merasimde Camii Şerif"ten başlayarak, Daire-i Mahsusa"ya kadar Kolordu Kumandanlığı"nca askeri kıtalar ile özel tertibat alınacaktır.

Anılan günün kutsiyetinin teyidi için, bugünden itibaren vilâyet merkezinde, Vali Beyefendi Hazretleri"nin tertibiyle, hatim ve Buharî-i Şerif okunmaya başlanacak ve Hatimi Şerif"in son akşamı, teberrüken Cuma günü namazdan sonra Daire-i Mahsusa önünde tamamlanacaktır.”

Evet, bu satırlar, 23 Nisan'dan iki gün önce Yüce Önderimiz Atatürk'ün kaleme aldığı “Kurtuluşa davet mektubu”ndan... Bu tarihi belge, 90 yıldır Genelkurmay Başkanlığı"na bağlı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı arşivinde bulunuyor.
O tarihi günde Meclis"in açılışı her yerde kutlanmış, her tarafta Cuma namazından evvel münasip şekilde Mevlid-i Şerif okunmuştur.

Bu satırların verdiği duygu yükü ile gittiğim camide merkezi sistem dışında konuşan Değerli Hatip, cennet ve cehennemi anlatıyordu... Sohbetin ortalarında camide idim. Sabırla bekledim bugünün öneminden bahsedileceği anı... Müezzin Cuma namazına çağrı için ezana başlamıştı ki, Hocamız bu önemli bayram gününü hatırladı. Kısaca bu vatanı bize armağan edenler için dualar ederken hiç mi hiç Yüce Önderimiz Atatürk"ten söz etmedi.

Şimdi ben bu Hocamıza sormak istiyorum; o sohbeti bir başkası değil de acaba neden siz yapıyorsunuz? Yetki ve sorumluluğunuz var ki o sohbeti yapma, cami cemaatine sesleniyorsunuz. Yani siz toplumun önderlerinden birisiniz. Peki Türk"ün ateşle imtihanının önderini neden isim olarak yadetmiyorsunuz?

Evet, peş peşe zihnimde oluşan sorular devam ederken her halde bugünün öneminden Cami imamız hutbede bahsedecek diye düşündüm. Müftülüğümüzün hazırladığı konuyla hutbesine başlayan değerli imamımız, çocuklarda beden ve ruh sağlığını anlattı!

Hutbe bitti kağıt cebe girdi ve değerli imamımız camiye yardım mesajı öncesi Büyük Önder Atatürk"ü anarak iki cümle bu büyük kutlu günden söz ediverdi.

Karmaşık duygular içindeydim... Evime dönerek açtığım bilgisayarda ilk önce elektronik postamdaki saygıdeğer Kaya Boztepe başkanımızın serzenişlerle dolu 23 Nisan mesajını okudum.

Amerikan-Türk Dernekleri Başkanı Boztepe, isyanlardaydı. Peş peşe şunları sıralıyordu mesajında:

“Ermeni Diasporasının yoğun bir şekilde resmileştirmeye calıştıkları "sözde soykırım" konusu var karşımızda. Karşımızda katıksız bir Türk düşmanlığı. Kimi Türk kelimesi geçen herşeyin karşısında. Kimi sözde soykırımı ders kitaplarına koymaya çalışıyor.

Bizler hiç katıksız bir düşmanlık güderek büyütülmedik oysa.

Önce İspanya'da katliamdan kaçan, sonra da Hitler'den kaçan Musevilere kucak açtık.Türk olmayanlara Türk pasaportu verdik. Paskalya günlerini bekledik dostlarımızın.

Noel zamanı kilisede bize mum yakanlar hiç eksik olmamıştı. En güzel zeytinyağlı dolmaları onlar yapardı. Ermeni de vardı, Süryani de içimizde.

Ayrımcılık aklımızın ucundan geçmezdi hiç, hala da öyle.

Onlarda bizim bayramlarımızı kutlarlardı.

Kurt Mehmet diye takılırsak, o bu şahsın doğruluğunu, dürüstlüğünü söylemek içindi.

Laz oğlu da inadını, çalışkanlığını, sivri zekasını.

Çerkez derken önce yemekleri, sonra da Şeyh Şamil"i düşünürüm nedense?

Bu katıksız düşmanlık nasıl oluyor, nerede pişiyor?

Bir de içimizdeki "İrlandalılar" var. Bu terimi günlük hayata sokan Mustafa Denizli o zamanlar teknik direktör olarak Milli Futbol Takımının başındaydı. İrlanda maçı öncesi karşı tarafa övgüler yağdırırken, futbolcularımızın moralini bozan ancak kendi isimlerini duyuran köşe yazarları için kullanmıştı bu terimi!

Amerika'da yaşayan toplum içinde böyle şeyler yoktu, sonradan gelişti.

Bölünmeler oldu. İdeolojiler guruplaşmaya başladı. Oysa yurt dışında yaşayan bir avuç insanız birbirine muhtaç.

Karşımızda onca düşman varken, yapılması gereken o kadar iş varken!

Büyük Türk Günü Yürüyüşümüzü sabote etmeye çalışanı da var, şahsi menfaat sağlamaya, halkı sömürmeye çalışanda.

Anavatan da farklı değil. Meclis kavgaları naklen ve canlı.

Utanıyor insan. Bilinçli bir şekilde ateşe benzin döken de var, bilmeden kullanılanda.

Daha önce de görmüştük bu filmi. Kardeşin kardeşi kırışını.

Gözünün içi gülen yakışıklı beylerin şapkalarını çıkararak selamlaştıkları günleri özlüyorum.

Eleştiri yaparken bile nezaketlerini koruyan vatandaşları özlüyorum.”

Saygıdeğer Başkan Boztepe, mesajının sonlarında şöyle haykırıyor:

“…En çok da Atatürk'ü özlüyorum. Herşeyimiz varken hiçbirsey yapamıyoruz. O, hiçbirşey yokken herşeyi yapmış. Biz ancak iki adım ileri götürebilmişiz.”

Yaşadıklarımla, gördüklerimle, okuduklarımla neşe dolmuyorum, bugünlerde...

Sonra ismini bile anmak istemediğim içimizdekilerden birinin kin dolu yazısı elektronik postama düştü.

Bir yazı ancak bu kadar Atatürk düşmanlığı ile dolu olabilirdi... Bu yazı, bir Türk gazetesinde yayınlanıyordu. Bu yazı baştan aşağı Atatürk düşmanlığı ile dopdoluydu.

Okudum, okudum, okudum!

Atatürk"ün Cumhuriyetini yıkıp kendi cumhuriyetlerini kuranların varlığına hayıflandım.

O yani Atatürk, “bütün diktatörlerin düştüğü hataya” düşmekle suçlanıyordu. Korkunç bir baskı uygulamakla suçlanıyordu. Kendisine karşı çıkanları astırmaktan, demokratları Meclis"ten atmaktan, solcuları hapse koymaktan söz ediyordu.

Cumhuriyet tarihi boyunca ezilenler şimdi haklarını istiyorlar diyordu, malum kişi… Kürt açılımına övgüler diziliyordu.

Evet; yaşadıklarımla, gördüklerimle, okuduklarımla neşe dolmuyorum, bugünlerde...

 

Türkçülüğün esaslarını yazan Ziya Gökalp"in memleketi Diyarbakır'da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarında öğrencilerin dans gösterileri sırasında potpuride, 1988 yılında güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada öldürülen 20 PKK"lı hain için bestelenen “Bagok Dağı” marşı çalınıyordu.

Tüm bu isyanımı bir yana bırakıp da “Bırakın da yapsınlar” demesin kimse bana.

Bu büyük isyanımı “ATA"YA MEKTUP” ile noktalıyorum:

Öyle bir devirdeyiz ki Atam

Gündüzler kalleş, geceler kalleş

Başımızın tacı vatan satan

Köleler kalleş, eceler kalleş.

 

İhanette yarışta hainler

Onları alkışlar gafil eller

Şeytana kiralanmış kalemler

Satırlar kalleş, heceler kalleş.

 

Yiğitler şehit, analar ağlar,

Gelinler, kızlar karalar bağlar

Hain saklıyor artık bu dağlar

Enginler kalleş, yüceler kalleş.

Ahh Atatürk, Türk ülkesini hayinler yaşasın diye mi kurtardın!

Her zamanki duamla yazımı noktalıyorum:

YÜCE ALLAHIM, TÜRK"ÜN SANA SIĞINDIM. SEN TÜRK"Ü KORU VE YAŞAT…

YAZARIN DİĞER YAZILARI