Yazılı medyanın yıllardan beri içindeyim. En büyük hastalığımız galiba kolay başlık bulabilme kararı...
Sağını solunu, önünü arkasını düşünmeden atılan başlıkların nereye uzandığını çoğu kere hiç de umursamayız!
Tıpkı “Kobani”de olduğu gibi...
Dikkat buyurunuz; tırnak içine aldım çünkü o isimlendirme ile sağduyu sahibi gazetecilerin asla işi olamaz, olmamalıdır!
Ama ne yazık ki ne yaparsak yapalım değişen bir şey yok. “Kobani” aşağı, “Kobani” yukarı...
Peki “Kobani” neresi... Resmi coğrafyada böyle bir yer var mı; haritalarda geçiyor mu?
Resmi olarak burasının adı “Ayn el Arap...”
Yani beğensek de beğenmesek de, sevsek de sevmesek de Suriye’nin bir parçası...
Öyleyse buradan söz ederken ifade edilmesi gereken Ayn el Arap’tır. Ama dedik ya kolaycıyız ya “Kobani” der kurtuluruz!
Böyle düşünenler, güney sınırlarımızda tehlikeli girişimlerde bulunan ihanet örgütlerini hizmet ediyor ne yazık ki... Uyarsak da bağırsak da değişen yok; “Kobani” de “Kobani...”
Hay sizin dilinizi eşek arısı soksun ne diyeyim!
* * *
Mübarek Kurban Bayramı’nı kutluyoruz milletçe... İnanın öyle sorunlar var ki bayramlık birkaç kelime ifade etmek bile gelmiyor içimden...
İslam coğrafyasında ezenler hakim olmuş; ezilen ırgatlara bir tokat da düşmanları vuruyor. Camilerimizden uyanış duaları yükselirken kimsenin ruhu duymuyor. Allahım sonumuzu hayreyleye... Bedevi şeyhleri, çöllerin zenginlikleri istedikleri gibi kullanırken buna sahip çıkmayanlara galiba çöl de isyan ediyor olsa gerek!
* * *
Bu bayram günü dertleşmeye devam edelim... Memleketin ahvalinde restleşmeler süredursun uluslar arası arenada da sert düellolar devam ediyor.
Biri “Dedin…” diyor, diğeri “Demedim” diyor... Stratejik ortaklık tarihe gömülürken yakın müttefiklik de kötü gidiyor galiba!
Sonra karşılıklı jestler... Özür dilemiş de, ne büyükmüş de... Birilerine hatırlatmakta fayda var. Atalar bışa söylemimler... Geçti Bor’un pazarı...
* * *
Bayramlık turumuzu “yandaşlıkta sınır tanımayanların son zamanlarda yaşadıkları diyaloglarla noktalayalım.
Abdulkadir Selvi denen sahibinin sesinin suyu ısınıyor mu dersiniz!
Baksanıza Şamil’den sonra saldıran saldırana... Yağlı başdanışman “Yigit” de demediğini bırakmadı yine...
Elbette Selvi de cevabını veriyor. Tam ibretlik... Bu ikilinin son diyaloglarını ibret için sizlerle paylaşmak istiyorum:
“- Benim nüfuz ticaretine ihtiyacım yok! Ak Parti’den önce de Yeni Şafak’taydım şimdi de. Yiğit olmayan adam sen kendine bak!”
Hızını alamıyor devam ediyor:
“- Ergenekoncular (!) Erdoğan’ı devirmek (1) isterken, kapatma davasında ben yine buradaydım. Peki Yiğit Bulut neredeydi?”
Zırvalar devam edip gidiyor...
Havuz medyası ve iktidar borazanları dikensiz gül bahçesinde birbirlerine rakip olmaya başladı ya haydi hayırlısı...
Ve tarihe not düşüyorum! Selvi'nin suyunun ısındığı artık orta yerde... Ahmet Hakan gibi hicret ederse hiç mi hiç şaşırmam.
Yeni hafta Bismillah diyelim ve kapkara komikliklerin arkası yarınını bekleyelim!
Sabretmeyi tembellik zanneden zavallıları, İslam’ın adalet sembolü Hz. Ömer’in bir sözü ile uyandırmaya çalışalım:
"- Sabır, boyun eğmek değil mücadele etmektir!"