Türk futbol tarihinde, bir sezon daha geride kaldı!
Klasik bir söz vardır; acısıyla... tatlısıyla...
Ancak hemen söyleyelim; acıyı çok gördük, tatlıya hasret kaldık!
Yaşadıklarımız; akan kanlar spor bu mu dedirtecek türden...
Günaydınlı yıllarımda Ankara ve Adana’da tribünlerde karınca kaderince notlar düştüğüm Türk futbolu ve de sporumuz bu duruma hiç düşmemeliydi... Elbette sadece futbolumuzda değil sancı... Diğer spor dallarında da sıkıntılar yaşandı, yaşanıyor.
Türk sporundaki terör giderek baş belamız haline geliyor ki, elbette futbol bu işin baş sorumlusu... Öyle ki sonunda “kanırta kanırta” beyinlerimizi kemirdi!
Peki neden bu hale geldik? Sapla saman neden birbirine karıştı? Kim suçlu, kim sorumlu?
Sorular dize dize... Bitmek bilmiyor!
Peki nasıl kurtuluruz; onu da bilmek zor... Dilimiz döndüğünce, çözümün nerede olduğunu anlatmaya çalışalım.
Görkemli tribünler önünde futbola dilimizin döndüğünce bir şeyler karalamaya başlamadan önce Ankara 19 Mayıs Dış Sahalarının bıçaktan keskin zemininde toz yuttuğumuz yıllara dönelim...
Salonlarda harika görüntülerin yaşandığı günler... Futbol sahalarında ise kıran kırana mücadelenin devam ettiği, kemik seslerinin duyulduğu yıllar... Ama o kemik seslerinin sahiplerinin 90 dakika sonunda sarmaş dolaş olduğu dönemler...
Karınca kaderince, teşvik adına saha içinde maçın futbolcusunu seçtiğimiz günlerdi o günler... Karşılaşma öncesi rakiplerini gözleri görmeyen futbolcu kardeşlerimiz; karşılaşma sonunda kendilerini darmadağın etse de maçın yıldızına bahane bulmuyorlardı.
Anlattığım dönem, hakkı olanın hakkının verildiği yıllardı... Belki futbolun tüccarları fazlaydı ama amatör ruh capcanlıydı...
Sonra neler mi oldu? Bir kere en başta şöhret sevdalıları peydah oldu futbolumuzda...
Peki bu döneme kadar yazılı basınımız ne durumdaydı; şundan eminim ki birkaç kulüp kalemşörünün dışında kalem oynatanlar da amatör ruh taşıyordu. Ama kulüplerimiz şöhret sevdalılarının eline geçtikçe kalemşörler de gün geçtikçe büyüdü, büyüdü!
Yazılanlar yetmedi; tiraj sevdasında olan gazete patronlarına ve yöneticilerine... Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ekseninde devam eden spor sayfalarında başka kulüpler kendilerini göremezken spor yazarlığı değil futbol amigoları bir bir türedi...
Erozyon arttıkça saygı duyulan spor yazarlığından kulüp başkan ve yöneticilerinin fırça attığı, meydan okuduğu bir sürece girildi. “Bizim” spor yazarları türedi!
Türk futbolunda önemli bir dönüm noktası daha var ki, galiba spor yazarlığının idam fermanı bu uygulama ile yazıldı.
Futboldan kopan isim sahibi futbolcular, eli kalem tutmasa da spor yazarı diye sunuldu Türkiye’ye... Fanatizm, holiganizm giderek büyümeye başladı böylece...
Anyalacağınız, tam da kalemlerin kırılacağı günlerdeyiz! Ya da ekranda boy gösterenlerin ağızlarının bir daha açılmamacasına bantlanacağı günlerdeyiz! İşimiz gücümüz sansasyon oldu da Türk sporu da Türkiye de unutuldu.
Sonrasında öyle şeyler yaşadık ki... Mesela “Cumhuriyet” benzetmeleri... Ne kadar acı değil mi? Oysa bu ülkede bir tek şey var o da Türkiye Cumhuriyeti... Diğerleri teferruat...
Spor Yazarlığının duayenlerinden kıymetli ağabeyim Metin Gören Bey’in feryadı ile yazımı noktalayayım:
“Özeti: ateş, kan ve ölüm... Olmaz olsun böyle futbol...
Anlatılması zor ve anlatmakta güçlük çektiğimiz, bir futbol(!) sezonu geride, “ateş, kan ve ölüm hüznü” bırakarak sonlandı... Şikeden, sokak çatışmalarına, etik olmayan yönetici söylemlerinden, gırtlak hizasında çalışan iki ünlü futbolcunun, yüreğimizi yakan hazin görüntülerine dek uzayıp giden “ayıpların” kime ne yarar sağladığını ya da sağlayabileceğini düşünüyorum... Ulusal duyguları, bu ülkenin kurtuluşunun iri imzalı bayram coşkularını, komik ve affedilemez kararlarla kırmaya çalışan düşüncelerin, dahi (!) fikirleri, meydanları dolduran binler, on binler ve milyonların, “bayrak ve vatan sevgisiyle” çöpe atılıyorsa, oyun bozuldu demektir... Futbolumuzun, “oynak zemin” hali, sezon sonunda, birçok teknik direktörün istifalarıyla sürüp gidiyorsa, Türk futbolunda yeni birşey yok anlamındadır... Ateş, kan ve sonunda gelen ölümlerin, Reyhanlı katliamı ile İstanbul’da derbi sonrasında öldürülen bir delikanlının akan kanları, “tek yürek” bu ülkenin hüzün gözyaşları olmalıdır... Orası, burası, şurası... Bizden, onlardan gibi ayırgaçlı söylemler, birilerine yakışsa bile bu ülkede yaşayan asil halkımın sloganı asla olamaz... Onlar; yıllardan beri yanlış at'a oynayıp duruyorlar, kazanacaklarını sanarak... Ve birileri, görsel şenlikleri yasaklayarak, ödül verme törenlerine bile gidemiyorlarsa, (kaçaklar) elleri şakaklarında bir düşünce selinde kaybolacaklardır...
Olmaz olsun böyle futbol ve olmaz olsun böyle.........................”
***
Son sözüm şudur: Sporun dışında, her şeyin televizyon ekranlarına ve gazete sütunlara taşındığı bir medya artık Türkiye’nin ayıbıdır!