Sivil Toplum Örgütleri neden kuruluyor?
Gerçekten savunmasını istediği bir toplum olduğu için mi?
Yoksa kurulan Sivil Toplum Örgütü ile bir rant mı elde edilmek isteniyor?
Sözü fazla dolaştırmadan, mensubu olduğum basın camiasında ki üyesi olduğum sivil toplum örgütlerine lafı getirmek istiyorum.
Defalarca bu sivil toplum örgütlerin hangi amaçla kuruldukları belli olduğu halde (Tüzük de yazıyor), hiç de o görevi yapmadıklarını aciz kaldıklarını yazdım, hatırladığım kadarı ile en son üyesi olduğum sivil toplum örgütlerine yönelik eleştiri yazımı 2006 yılında, İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, bir vesile ile Malatya Basınını kast ederek, Goy Goycu Basın (Dilenci Basın) demiş ve ben bu deyimi kendime yediremediğim için tepki göstermiş vede Basın için kurulu olan Sivil Toplum Örgütlerinden tepki beklediğimi yazmıştım. 2008 yılında da Malatya’dan yayın yapan yerel bir televizyonda çalışan kameramanın darp edilmesine seyirci kalan zamanın genel yayın müdürü ve üyesi olduğu gazeteciler cemiyetinin sessiz kalışını sindiremediğim için yazmıştım.
Basının hakkını savunmak için kurulmuş olan tüm Sivil Toplum Örgütleri susmayı yeğlemişti, O zaman!
Şimdiye kadar değişen bir şey oldu mu?
Kocaman bir HAYIR!
Yıl 2015 içinde bulunduğum basın camiasında değişen çok şey oldu.
Neler mi?
Günlük olarak yayınlanan 5 gazete, kesintisiz yayın yapan uydu ve karasal televizyonlarında artış, içeriğinde haber yayını yapan birkaç radyo, sayısı belli olmayan internet haber sitesi…
Ve bu yayın organlarını temsil eden sivil toplum örgütü sayısı arttıkça arttı.
Eskiden, basın açıklaması yada basın toplantısı yapmak isteyen Gazeteciler Cemiyeti’ne giderdi…
Ya şimdi?
Basın açıklaması yapmak isteyenleri kendi binasında yapması için ikna edebilmek için nerede ise promosyon verecek düzeye geldi basınla ilgili STK’lar.
Hele “seçimi geçim” olarak görenler tabiri caizse “ava çıktı”
Allah selamet versin İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun kulağı çınlasın ne güzel de demişti “Goygoycu Basın” diye.
Hala güncelliğini koruyor.
Bu sıralar revaçta olan gazetecilik tipi, “İhaleyi alamayan firmanın kanatları altına girip” kalemşörlük pardon klavyeşörlük yapmak!
Müteahit veya Firma sahipleri, kanatları altına aldığı klavyeşörü ilk etapta kılık kıyafet desteği ile donatıyorlar, ardından köyünden sonra ilk gördüğü şehir olan Malatya sınırları dışına tatile gönderip görmeklerini gösterip, ağzına da bir kaşık bal tadını verdikten sonra oturtuyorlar klavyenin başına. Gözü açılan ağzı tatlanan esirger mi tuşlara dokunmayı. Hele birde işletim sistemine aklının eremeyeceği bir cep telefonu da eline verdiler mi, bakın neler döktürür, döktürüyor “goygoycu meslektaşım”.
Hayatta karşısında engel tanımaz.
Bırakın engeli, devleti, hükümeti ayırt bile edemez, kıt aklı ile.
Genellikle bu tipler, ölmeyi bayılma zanneder.
Kurban olduğum Allah akıl vermiş fikir vermiş, kullanmaz bu tipler, azalır diye.
Keşke, Gazetecilik mesleğine başlamadan belirli standartlar getirilse.
Mesela, IQ (Zeka Seviyesi) Seviyemiz ölçülse.
Testte ki ilk soruda “zekânızı ne kadar sıklıkla kullanıyorsunuz?” olsa.
Böyle bir teste tabi tutulacak olsak, ilk gidenlerin arasına yer alacağım, söz veriyorum.
Enazından bu yaşa kadar ne kadarını kullanmışım ve daha ne kadarı mevcut bilmek isterim. Sonucunu da kamuoyu ile manşetten paylaşırım.
Saygılarımla.