Sinemamızın Malatya sınavı

Geçen hafta, 6. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde izlediğimiz filmler, niceliksel açıdan önemli bir kapasiteye (yılda 140-150 uzun metrajlı film) ulaşan sinemamızın, niteliksel açıdan da yeni sıçramalara gebe olduğunu gösteriyordu.

Geçen hafta, 6. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde izlediğimiz filmler, niceliksel açıdan önemli bir kapasiteye (yılda 140-150 uzun metrajlı film) ulaşan sinemamızın, niteliksel açıdan da yeni sıçramalara gebe olduğunu gösteriyordu.

Elbette, bu yargımızı doğrulamayan filmler de vardı, ama Ulusal Yarışma’ya seçilen 14 filmin büyük kısmının belli değerler taşıdığını söylemeliyim. Keşke, seçkiyi 10 filmle sınırlandırma yoluna gitseydi festival yönetimi.

Niçin yapıldıkları belli olmayan, ‘ergen muhabbeti’nin ötesine geçemeyen yapımlar için söylenecek fazla bir şey yok. Dijital teknolojinin gelişmesiyle, film yapımının kolaylaşması sonucu üretimin artması güzel bir şey ama, film yapmaya karar veren gençlerin sinemacı olma hevesinin dıışında başka dertleri de olmalı diye düşünüyorum.

Varoşların sineması

Bu yılki seçkide, son yılların en temel karakteristiği, genç yönetmenlerin çoğunlukta olması, ilk başta göze çarpan olumlu bir husus yine de. Bunlar arasında, kentin çeperlerinde yaşanan sorunlarına eğilenler ve bu sorunları siyasal bağlamından koparmadan ele alanlar önemli bir sayı oluşturuyor, ki bu sinemamız açısından önemli bir açılıma işaret ediyor.

Sinemamızda, kırsal kesimin sorunlarına değinen filmler ve kentte yaşayan küçük burjuvaların yaşamlararına değinen (bunların büyük kısmı romantik komediler oluyor, günümüzde) filmler hep varolmuştur. Ama, kentin varoşlarındaki yaşamlar fazlaca ilgisini çekmemiştir yönetmenlerimizin (elbette, Yılmaz Güney’den Zeki Demirkubuz’a, bu alanı mercek altına alan sinemacılarımız da oldu, ama sayıları diğerleri kadar fazla değildi). Bu kez, karşımıza gelen filmlerde, varoşlardaki yaşam öykülerinin epeyce fazla olması, sinemamıza taze bir içeriğin gelmekte olduğunu gösteriyor..

Bu olumlu noktayı belirttikten sonra, bir de işin olumsuz yanına değineyim. İzlediğimiz filmlerin önemli bir kısmı, gişe kaygısı taşımayan ‘festival filmleri’. Elbette, sinemacının seçme özgürlüğüne müdahale edecek değiliz ama, içinde yaşadığı topluma bir söz söyleme derdi olan sinemacının, seyircisinden bu kadar kopuk olmasını doğru bulmuyorum. Anlatılan meseleler çok karanlık olabilir ama bunları aktarırken seyircinin ilgisini ayakta tutacak bir anlatım yakalanamaz mı? Sinema kültürü oldukça zayıf bir seyirci kitlesi ile konuşuyorsak, onlara kendimizi dinletmenin yollarını bulamaz mıyız? İlle de taviz vermeyi, popülist bir çizgiye sapmayı gerektirmez bu arayış. Yeter ki, hedef kitlemiz festival jürileri değil, gerçek seyirci olsun…

Gençlerin zaferi

Bu kadar ahkamdan sonra, gelelim filmlere. Aytekin Çakmakçı, Cansel Elçin, Cüneyt Cebenoyan, Ercan Kesal, Handan İpekçi, İpek Tuzcuoğlu ve Mustafa Ziya Ülkenciler’den oluan Jüri’nin adil davranarak, olumlu yanları olan filmlerin büyük kısmını ödüllendirdiğini gördük. Yarışan filmler içinde anlatım tutarlılığı ve estetik bütünlük açısından en olgun film, Emin Alper’in “Abluka”sıydı. Adana Altın Koza’da En İyi Film dahil beş ödülün yanısıra, yurt dışı festivallerde çeşitli ödüller kazanan bu filmin, Malatya Jürisi’nce En İyi Yönetmen dalında ödüllendirilmesi anlaşılır bir şeydi. “Abluka”, bu ödülün yanısıra, SİYAD Jürisinin verdiği ödülün de sahibi oldu. Filmin, diğer dallarda da ödüllendirilmeyi hak eden performanslara (Mehmet Özgür, Berkay Ateş ve Tülin Özen), çok başarılı bir görüntü yönetimi, müzik ve ses tasarımına sahip olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Ama, Jürinin, ödülleri farklı filmlere dağıtma tercihine de itirazım yok.

Yarışmada, En İyi Film Ödülü’nü, yani ’Kristal Kayısı’yı kazanan, bir ilk film oldu; dünya prömiyerini Berlin’de yapan “Kar Korsanları”. Faruk Hacıhafızoğlu‘nun, 80 darbesinin hemen sonrasında, Kars’ta, büyük yokluklar içinde kıvranan, ama yaşama bağlılıklarını yitirmeyen üç küçük çocuğun öyküsünü anlatan filmi, Adana’da En İyi Görüntü Yönetimi ödülünü kazanmıştı. “Kar Korsanları”, içerdiği insan sıcaklığı ile seyirciyi kavrayan, başarılı bir yapım.

Oyuncu Cenneti

Tıpkı “Abluka” gibi şu an vizyonda olan “Nefesim Kesilene Kadar”, kentin yoksul kesimlerinden bir yaşam öyküsüne odaklanmıştı. Emine Emel Balcı’nın bu ilk filminde başrolü üstlenen Esme Madra ile,Caner Alper ve Mehmet Binay’ın ikinci filmleri “Çekmeceler”in baş kadın oyuncusu Ece Dizdar, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nün iki sahibi oldular. Gerçekten çok başarılıydı, iki oyuncu da.

Jürinin, Kadın Oyuncu Ödülü’nün yanısıra En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü de paylaştırması, şaşırtıcı değildi. Çünkü, tüm filmlerin ortak yanı çok güçlü oyunculuklara sahip olmalarıydı. Son yıllarda, sıkça söylediğim bir şeyi yineleyeceğim: ülkemiz bir oyuncu cenneti…İlk kez yönetmenlik yapan (ve filmin başrollerinden birini üstlenen) Barış Atay’ın “Eksik” adlı filmindeki ve Tolga Karaçelik’in, bir gemide tutsak kalan altı kişinin öyküsünü anlattığı, yarışmanın en iyilerinden biri olan  “Sarmaşık” filmindeki yorumlarıyla (yani, iki filmiyle) Özgür Emre Yıldırım ve Çiğdem Sezgin’in ilk filmi “Kasap Havası”nın başrolündeki yorumuyla İnanç Konukçu bu ödülün sahibi oldular.

“Kasap Havası” da, “Eksik”de, kentin çeperlerinde geçen öykülerdi. Oyunculuğun yanısıra En İyi SenaryoÖdülü’nü (Mehmet Kala, Şerif Nokta) kazanan “Eksik”, 12 Eylül kabusunun paramparça ettiği bir ailenin, “Kasap Havası” ise, mutluluğa ulaşamayan bir tutkunun öyküsünü anlatıyordu. İki film de, oyunculuk açısından çok başarılı performanslar içeriyodu. “Kasap Havası”nda Şenay Gürler parlak ve nüanslı bir oyunculuk sergiliyordu. Eksik”te, Nur Sürer her zamanki gibi çok iyiydi. Mehmet Eryılmaz’ın“Misafir”inin başrol oyuncusu Zümrüt Erkin de sade ama incelikli bir yorum getirmişti rolüne, ama anlaşılan Jüri daha genç oyuncuları ödüllendirmeyi yeğlemişti.

Müzik, bazı filmlerde gereğinden fazla kullanılmıştı, ama “Çekmeceler”le En İyi Film Müziği Ödülü’nü kazanan Hasan Özsüt’ün yanısıra, Uğur Ateş ve Saki Çimen’in “Eksik”, Mehmet Ünal’ın “Kar Korsanları” yorumları övgüye değerdi. Hiç müzik kullanmayan iki film, “Misafir” ve “Nefesim Kesilene Kadar”ın cesur tercihlerinin de altını çizmeliyim.

İki yarım bir olur mu?

Örselenmiş hayatların yanısıra, engelli hayatlar da yansıyordu beyazperdeye. Caner Erzincan, “Yeni Dünya” adlı ikinci filminde, ‘down sendrom’lu kardeşinin (Soner Erzincan) öyküsünü anlatırken, filmin başrolünü üstlenen kardeşine bir Jüri Özel Ödülü kazandırıyordu.

Festivalin güzel sürprizlerinden biri, Çağıl Nurhak Aydoğdu’nun “Yarım” adlı ilk filmiydi. Yönetmenine,Jüri Özel Ödülü kazandıran film, aynı zamanda Kemal Sunal Halk Jürisi Ödülü’nün de sahibi oldu. Genç yönetmen, zihinsel engelli bir gençle evliliğe zorlanan bir köylü kızının (Ece Tatay güzelliği kadar, oyunculuğu ile de parlak bir oyuncu adayı olarak çıkıyor karşımıza) ve evlendirildiği gencin (Serha Yiğitbu zor rolü ustalıkla canlandırıyor) dramlarını, tüm filmlerin aksine, karanlık bir atmosfer yerine ışıltılı, gülümseten bir yorumla aktarıyor beyaz perdeye. Doğu’dan Ege’ye getirilen Kürt kızının,bir çocuk gelinin öyküsünde, yarım hayatların yanısra, ‘yarım halklara’ da gönderme yapıyor. İki yarımdan bir çıkmayacağını anlatırken…Çağıl Nurhak Aydoğdu, ekibiyle birlikte ödülünü alırken, şöyle sesleniyordu:“Cizre’de, Silvan’da, Nusaybin’de hayatları yarım bırakılmış bütün çocuklar için alıyoruz”….

VECDİ SAYAR

Sinema Haberleri

‘Testere’ Ödüle Doymuyor