Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
MORMAŞ
Ramazan 2015 23 Haziran 2015 - 04:21 Yorum: 0

Malatya'da Ramazan'ın gözdesi Osmanlı Macunu

MALATYA - Osmanlıdan günümüze geleneksel damak tadımız olan Osmanlı Macunu Malatya'lı vatandaşlardan yoğun ilgi görüyor.

Malatya'da Ramazan'ın gözdesi Osmanlı Macunu

Malatya'da, iftardan sonra serinlemek için ailesi ve arkadaşları ile orucun vermiş olduğu tatlı yorgunluğu üzerlerinden atmak isteyenler en işlek caddesi olan Abdullah Gül parkına akın ediyor.

Abdullah Gül parkında, Osmanlı geleneği yaşatılırken, satıcılar Osmanlı Macunu satıyor. Vatandaşlar ise bu geleneğin yaşatılmasından oldukça memnun olduklarını belirtirken, çocuklar da Osmanlı Macunu’na yoğun ilgi gösteriyor.

Osmanlı macunu satışı yapan Alpay Özer, “Malatya halkının Ramazan ayı dolayısıyla Osmanlı Macunu'na ilgisi baya büyük.Biz Osmanlı Macunu'nu Ramazan'ın öncesi ve sonrasında da satışını yapıyoruz.Malatya'da Osmanlı Macunu'na en çok ilgi gösteren kesim çocuklardır. Satmış olduğumuz Osmanlı macununda 5 tane meyve çeşidi bulunmaktadır. Bunlar limon, çilek, hindistan cevizi, portakal, elma aromadır.Fiyatlar 2 tl'den Abdullah Gül Parkında ve Malatya Park AVM giriş ve çıkışlarında satışını yapıyoruz.Satmış olduğumuz Osmanlı Macunu'nu kendi evimde annem ile ile birlikde hazırlıyoruz.Baya uğraştırıcı ve emek isteyen bir işdir.Her Ramzan Ayının başlangıcından bitişine kadar, Osmanlı Macununu hem tanıtmaya hemde satmaya çalışıyoruz.Kendi kültür ve geleneklerimize uygun olarak devam ettirmeye çalışacağız”dedi.

Malatya'da ki Osmanlı macunu satışların memnun ettiğini ifade eden Özer, Osmanlı macununu meraklılarına faydaları ve yapılış şeklini anlattıklarının altını çizdi.

OSMANLI MACUNU NEDİR? Osmanlıda Macuncular ve Macuncuların Önemi

Osmanlı döneminde ilaçların önemli bir kısmı macunlardı. Doğanın şifalı otları, modern hekimlikte geçerlidir ve bir çok ilacın bileşiminde bu bitkiler vardır.

Fakat bunlardan kimisi çok zehirli, kimi dozunda kullanılmadığı zaman çok tehlikeli, kimi de kolay kolay ilaç haline getirilemeyecek kadar karmaşık yolları gerektirecek yapıdadır. Şifalı otların bir kısmı “Sakıncalı” olarak bilinmekte ve kullanımında özen gösterilmektedir. Türkiye konumu itibariyle, zengin bir bitki çeşitliliğine sahip olmakla birlikte 10 binin üzerinde bitki türü bulunmaktadır. modern tıbbın ve ilaçların bu denli gelişmiş olmasına rağmen, bugün dünya nüfusunun çoğunluğu bitkisel ilaçlarla tedavi olmaktadır. Bu da bitkilerin önemli ilaç kaynakları olduğunu göstermektedir. Sentetik ilaçların yerine bitkisel ilaçların kullanılmasında bir çok nedenler bulunmaktadır.

Öncelikle maddi yönden bitkisel ilaçlar daha uygundur. Tabi ki hemen yakınında bulunan bitkiyi kullanmak eczanelere ve doktorlara ulaşmaktan daha kolay olacaktır. Bunun yanında bitkisel ilaçların daha az yan etkilerinin olması ikinci tercih noktasıdır. Bir de bazı sentetik ilaçların her zaman bulunmaması da sorun oluşturmaktadır. Klasik Osmanlı döneminde de ilaçların önemli bir kısmı macunlardı.

Tedavi edici bitkileri alınması kolay bir hale getiren macun şeklindeki ilaçlar aynı zamanda saklanması bakımından da çok uygundu. Evliya Çelebi'ye göre sadece İstanbul'da 200 macuncu dükkanı ve bu işle uğraşan 500 kişi vardı. Osmanlı Devleti'nde sağlığın korunması ve hastalığın tedavisi ile uğraşanlar geniş bir grup teşkil ediyordu. Bunların başında tabip, cerrah ve göz hekimi yer alıyor, fıtıkçı, sınıkçı, çıkıkçı, berber, tımarcı gibi meslek sahipleri de kendi ihtisasları dahilinde sağlık alanında hizmet veriyorlardı. Hastaya ilaç hazırlayıp vermek hekimin işi olmakla birlikte hastaların ihtiyaçları olan ilaçları hazırlayıp satan başka meslekler de vardı.

Osmanlıların klasik döneminde attarlar ve zamanla ispençiyarlar eczacılık mesleğini üstlenmişlerdi. Ayrıca ilaç hazırlayıp satanlardan macunlar, şerbetçiler, tutyacıların yanı sıra çiçek yağları, çiçek suları hazırlayıp satanlar da bulunuyordu. Osmanlı'da tabip demek ilaç veren demekti. Tabibinin görev ve sorumluluklarının başında tedavi etmek yani ilaç vermek gelirdi. Tabip demek ilaç veren demekti. Bu durumu Osmanlıda uygulanan kanun ve nizamlarda yer alan tabibin görevleri arasında görebiliriz.

Sultan 3. Ahmed'in 1729 yılındaki bir hükmünde tabibin görevi şöyle özetlenmekteydi: ‘Tabip Allah'ın kulları olan bütün insanlara deva aramak ve hizmet etmek için tıp bilgisinin çerçevesi içinde tıp kurallarına uygun olarak ve kazanılmış yatkınlıkla hastalara bakmak ve tedavi için ilaç vermekle görevlidir. Bunun tersi durum tabibin görevini yerine getirmemesi, görevini kötüye kullanması veya sahte tabiblikti.

Aksini yapanlar yani yanlış ve zararlı ilaçlar hazırlayıp hastalara zararları olanlar için sık sık fermanlar çıkarılıyor, kontrol altına alınmaları sağlanmaya çalışılıyordu. 2. Selim'in 1573 yılında verdiği bir buyrukta: Tabip kehhal ve cerrahların para kazanmak için hastaların zehirlenmelerine ve ölümlerine sebep olan tıp hikmetine uymaz ilaçlar ve müshiller vererek hastaların canlarına ve mallarına zarar verdiklerine dikkat çekiyordu. Bu durumun İstanbul Kadısı tarafından kontrolü emrediyordu.

II. Selim'in Manisa Kadısı'na gönderdiği bir fermanda: Biz tabibiz diyerek bazı hastalara aykırı ilaçlar verip kimini helak eden, kimini helak derecesine getiren tabiplerin derhal kontrol edilerek iyi olanlardan ayrılması isteniyordu. Bunun gibi tabiple ilgili bütün hükümlerde, tedavide kullanılan ilaçların ve tedavi etmenin ‘ilaç etmek'le eş tutulduğu görülüyor. Halkın tabiplerden şikayetini değerlendiren kadı ve hustesip gibi görünse de asıl kontrolü yapacak olan her zaman bir diğer tabip olmuştur. İstanbul gibi devletin merkezinde kontrolleri yani imtihanları hekimbaşının organizasyonunda ve başkanlığında hekimler yapardı.

Diğer şehirlerde tabipler o şehrin darüşşifa hekimleri özel olarak seçilmiş ve atanmış hekimlerdi. Darüşşifa olmayan daha küçük yerleşimlerde o yerdeki askeri teşkilatın hekimi şikayet edilen tabibin intihanını yapardı. Bu imtihanlar zaman zaman gelen imtihanlar halinde olurdu ve sonucunda tabipler şarlatanlardan ayrılır, sonra da tabipler bilgisine göre gruplandırılırdı.

Bu gruplandırma tabibin verebileceği ilaçla ayrılırdı. 1573 yılında Sultan II. Selim Hekimbaşı Garsüddin-zade Muhyiddin'i tabiplerin imtihanı için görevlendirilirken yazılan fermanda ‘Tabipleri kendin bizzat görüp sanatlarında imtihan edilip hallerine göre kadir oldukları kimselere ilaç verenler…' diyordu. Yine başka bir fermanında da özellikle ‘tabipler kudretlerine göre ilaç vermeleri kendi konuları dışındaki hastalıkları tedavi etmemeleri şartı ile ruhsat veriliyordu.

Malatya'da Ramazan'ın gözdesi Osmanlı Macunu

Haber Kaynağı: MALATYA GÜNCEL
Malatya Haber
Malatya Haber
Malatya Güncel Haber
casino siteleri
deneme bonusu