“bir elçiden Gazi Mustafa Kemal”, 1932-1933 Türkiye’sini ve Ankara’sını anlatan müthiş bir eser...
Yazarı Amerikan Birleşik Devletleri eski Ankara Büyükelçisi General Carles Sherrill...
27 Aralık, Mustafa Kemal’in bozkırdan başkent yaptığı Ankara’ya gelişinin 93. yıldönümü...
Kervan Kitapçılık’ın unutulmaya yüz tutan eserlerinden biri olan bu kitaptaki yaşanmış bilgileri aziz Türk milletine aktarmakta son derece fayda gördüm. Bu sebeple bugünden başlayarak birkaç gün Türkiye’deki usta(!) iktidarın gündeminden uzaklaşıp tarihe not düşeceğim.
Malum, o tarihlerde Ankara, Türkiye’nin kalbinin çarptığı yer... Yeni Türkiye’nin kalbi...
Ankara’nın tepeleri bugün devasa gökdelenlerle gölgeli! General Charles Sherrill de farkında bu tepelerin...
Şöyle anlatıyor o günleri:
“Ankara, Anadolu yaylasının, büyük bir kayalık çıkıntısı etrafına sarılmış bir şehir... Uzakta, ovadan bakılınca kayalık bir çıkıntı, çömelmiş kocaman bir aslan görüntüsündedir: Aslanın başının üstünde kalın duvarlardan yapılı kocaman bir kale bulunmaktadır...”
Kubbesinin altında gölgelendiğim Gazi Eğitim’den şöyle bir bakın tepelerin görüntüsüne... O günlerde aynen tasvir şöyle:
Çömelmiş kocaman bir aslan...
Uyuklayan bir deve...
Ve Ankara...
O günleri anlatmaya devam edelim:
“...Yabancılar Ankara’ya bir başka açıdan daha bakmalıdır. Deniz seviyesinden 900 metre yüksekte bulunması, sonbahar, kış ve ilkbaharda cana can katan temiz iklimi... Karadeniz’in fırtınası ile İstanbul’u kaplayan sisli, rutubetli, yağışlı ve kasvetli havanın yerini alan tertemiz havasıyla Ankara sıhhi bir şehirdir.
...Ankara, gerçekten kuvvet ve sağlık dağıtan bir havaya sahiptir. Kanunları yapmak için Ankara’da toplanan milletvekillerine bu havanın büyük fayda sağladığından şüphe etmiyorum.”
General, Ankara’nın başkent oluşunu özetlerken yabancı tesislerden uzaklığına ve stratejik önemine dikkat çekiyor ve devam ediyor:
“…Ankara’nın Washington ile benzerliği gariptir. Bakanlıkların bulunduğu mahalleden eski Ankara’ya giden geniş ağaçlı cadde, Massachutts Caddesine ne kadar benzer? O da tatlı ve yumuşak bir yokuşla yükselir. Yukarıya, tepeye Cumhurbaşkanının vakarla duran konağına giden caddenin iki tarafında tam iki düzineyi bulan elçilikler ve maslahatgüzarlıklar var. Geceleri eski şehirden yukarıya doğru bakarken, Çankaya Caddesi’ni aydınlatan sayısız elektrik lambaları, şehri yıldızlarla çevrelemek isteyen, elmaslı bir zincire benzer. Bu güzel caddenin insanda bırakacağı unutulmaz iz, sırtlardan aşağıya inerken, aşağıda Anadolu ovasının öte yanında göreceğiniz güzel manzaradır. Evet, bu batı inanılmayacak kadar güzeldir.
Eski ve yeni Ankara’nın elele vermesiyle meydana gelen dekor gerçekten hem güzel hem enteresandır.”
General’in Ulus’taki Atatürk Anıtı’nı anlatışına dikkat çekmek istiyorum şimdi de... Acaba hangimiz bu gözle baktık bu heykele...
“...Gazi, savaş atının üzerine oturmuş, 1921 yılında Ankara’da işitilen Yunan toplarının seslerini kıpırdamadan dinlemek istiyormuşçasına Anadolu ovalarına bakıyor bu heykelde... Bu heykeli seyrederken, Gazi Mustafa Kemal’i hükümet merkezi Ankara’yı kurtarmak için 22 günlük Sakarya Savaşına atılırken veya bir yıl sonra düşmanın Eskişehir’den Afyon’a kadar uzanan kuvvetli hatlarını parçalamaya ve Yunanlıları İzmir’de denize dökmeye giderken görür gibi olursunuz...”
Yeni Türkiye’nin kalbi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’sını anlatmaya devam edelim...
Önceliğimiz, Ulus’taki Atatürk Heykeli ile ilgili... Bu heykel, gerçekten çok anlamlı... Adam sende işte Atatürk’ün heykellerinden biri daha demememiz gereken bir heykel...
ABD eski Ankara Büyükelçisi General Carles Sherrill’in satırlarıyla devam edelim:
“...Heykelin üçgen şeklindeki kaidesinin üç köşesinde üç yardımcı durmaktadır. Önde, yüzlerinde vatanı kurtarmanın kararlılığı okunan ve adımlarını ileri atmış iki Türk piyade askeri...
Ardında gülle taşıyan bir Türk kadını... Bu kadın, Türk kadınlarının İstiklâl Savaşında, Cumhuriyetin kurulmasında, Gazi Mustafa Kemal’e karşı gösterdikleri güven ve vatanseverlik duygularını tam manasıyla temsil etmektedir.
...Gördüğüm bütün savaş ve zafer abideleri arasında, anayurdu savunmak için bir milletin elele vererek canla başla çalışmasını bu kadar güzel temsil eden, bir başkasını görmedim. Bu her yönden mükemmel bir liderin etrafına toplanmış, gerçekten mükemmel bir gruptur.
Türk milletinin kadınları, Anadolu’yu işgal ederek hükümet merkez i Ankara’nın kapılarına kadar dayanan düşmandan vatanı kurtarmak için çırpınan erkeklere yardım ediyor. Bu vatansever savaşçı kadın, arkasını duvara dayayarak, ölüm kalım savaşı veren milletin fevkalade bir sembolüdür. Kadın orada, hem Türk milletinin yaratıcı ruhunu, hem de erkekleriyle birlikte, omuz omuza savaşmak arzu ve heyecanını temsil etmektedir.”
Gazi Mustafa Kemal’in General’de bıraktığı iz, Gazi’nin Türkçe hassasiyeti, Gazi’nin kitap sevgisi ayrı ayrı yazı konuları... Ankara için en önemli gün, 1932’nin 29 Ekim’inden de kısmet olursa söz edeceğim.
Elbette Atatürk’ün ilk 35 yılının gün gün incelenmesi çok önemli... Çanakkale Zaferinin tacı Gelibolu da ayrı ayrı anlatılması gereken bir dönem... Ata’nın sürgün yıllarını da anlatacağız!
Ve, 19 Mayıs’ta Samsun’da başlayan 27 Aralık’ta Ankara’da noktalanan süreç... Amerikalı General, bu süreçle ilgili ilginç bir tespitte bulunurken şöyle diyor:
“Erzurum, Sivas, Ankara, Eskişehir, İzmir... Bu beş nokta, doğudan batıya çizilecek bir hattın hemen hemen üstüne düşer. Ve ne gariptir ki, bu noktaların birbirinden uzaklıkları eşit gibidir.
Devletin merkezinin İç Anadolu’ya taşınışı ve Büyük Millet Meclisi’nin doğuşu süreciyle yazımıza devam edelim... Umarım anlattıklarım, Ankara’yı yine bir bozkır kenti yapıp İstanbul’u kamp kurmak isteyenleri düşünmeye sevk eder!
General, kitabında şöyle diyor:
“Milli hükümet merkezinin İstanbul’dan Ankara’ya, büyük bir limanda bin türlü menfaatin çatıştığı, türlü tehdide açık bir şehirden, Anadolu’nun ortasında yüksek bir yaylaya taşınması gerçekten dikkate değer bir olaydı. Bu yeni başkentte hükümetler hiiç bir tehdit altında kalmadan, memleket meselelerini sakin bir şekilde gözden geçirebilir; ülkenin beklediği refah ve kalkınmanın şartlarını çok daha rahat bir şekilde hazırlayabilirlerdi.”
Evet Mustafa Kemal’in 27 Aralık’ta geldiği Ankara’da yarattığı yeni Türkiye, düşmana karşı başarıdan başarışa koşuyordu.
Sakarya ve İnönü zaferleri, Dumlupınar, 30 Ağustos Büyük Taarruz dünyanın en yılmaz adamı Gazi Mustafa Kemal ve O’na inanların eseriydi.
Evet, bir 27 Aralık’a daha tanıklık ediyoruz...
Bozkır iken Başkent olan Ankara gurur gününü kutluyor...
Mustafa Kemal’in Anadolu’daki temaslarının ardından kafasında olgunlaştırdığı “Milli Kurtuluş Stratejisi”ni uygulayacağı Ankara’ya gelişinin 93. yıldönümündeyiz...
O ki, Türk milletinin bir mensubunun olmasının bilinciyle milletine sevdalanan bir Kerem...
O ki, Türk milletinin istiklali ve istikbali uğruna dağları delen bir Ferhat...
Ne derseniz deyiniz, ne benzetme yaparsanız yapınız; Mustafa Kemal, bunları hep hak ediyor.
Mustafa Kemal Atatürk, kurtuluş mücadelesinde Ankara’yı üs olarak seçerken bunu tesadüflerle izah edemezsiniz...
O, Kalaba’daki Karargâhtepe’de Türk’ün kurtuluş destanını hazırlarken kader arkadaşları ile birlikte Polatlı’ya dayanan düşman karşısında hiç yeise düşmedi...
Hatta, Karargâhtepe’de çok sevdiği köpeği kaldığı Tarım Mektebi’nin, bugünün Meteoroloji Genel Müdürlüğü binasının kapısında öldürülürken de hiç karamsar olmadı...
1919’dan 2012’ye... Tam 93 yıl geride kaldı...
Mustafa Kemal’in Beynam Beli’ne gelişi... Beynam Köyü’ne bindiği aracın arızalanması nedeniyle maceralı yolculuğu... Bugün yerinde yeller esen Gölbaşı’nın simgesi Mogan Gölü kıyısındaki Göl Hanı’na varması ve köylülerle sohbeti... Ankara’nın efeleri Seymenlerin Dikmen Keklikpınarı sırtlarında O’nu karşılaması...
Ve Ankara’da kurulan Milli Mücadele Karargâhı...
Resmi karşılama detaylarına girmeden ben Mustafa Kemal’in Ankara’da unutulan karargâhından söz etmek istiyorum sizlere... Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluşuna 127 gün karargâhlık yapan Karargâhtepe’yi hatırlatmak istiyorum.
Karargâhtepe de neresi demeyin, gidin görün lütfen! Karargâhtepe, Keçiören’de Kurtuluş Savaşı yıllarına tanıklık yapan bilinmeyen mekan!...
Anadolu’nun kurtuluş hareketine hazırlandığı günlerde, Ankara’da diğer şehirler gibi huzursuzdu... Ankara’nın ileri gelenleri, düşmana karşı direnme kararı aldı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurdu. Mustafa Kemal, “Temsil Heyeti”ni oluşturan arkadaşlarıyla beraber 27 Aralık 1919 Cumartesi günü üç otomobillik bir kafile ile Sivas, Kırşehir, Kaman üzerinden Ankara’ya geldi. Mustafa Kemal Paşa’nın bu tarihi günü, bir bildiri ile Türk Milletine duyururken: “Şimdilik Temsil Heyetinin merkezi Ankara’dır... Vatandaşlarım ne şu, ne bu kuvvet bizi kurtarabilir. Bizi sizin gibi fedakâr ve cesur halkımız kurtarır...” sözleri heyecan uyandırdı.
Bundan sonra yeni Türkiye’nin kalbi Ankara’da çarpacaktı... O yıllarda Ankara, yirmi bin nüfusu ile gelişmemiş bir bozkır köyünü andırmakta; kent kale ile bugünkü Ulus Meydanı arasında uzanmaktaydı... Birkaç resmi taş binanın dışında dikkat çeken yapı yoktu. Şehir ağaçtan, yeşillikten yoksun, çıplak bir bozkırı andırıyordu.
Bugün Keçiören’in Sanatoryum Caddesi’nin başlarından Bağlum istikametine doğru yol alırken, sağda yer alan ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü olarak kullanılan bina, yüzyılın başlarında Ankara ve Türkiye için önemli olayların mekânı oldu. Bu mekân, o yıllarda Ziraat Mektebi olarak kullanılıyordu. Ziraat Mektebi, kentten 20 dakika mesafede, Keçiören tepelerinin eteğinde, Çubuk Çayı’nın önündeki bir tepedeydi.
Güvenli bir yer olarak görüldüğü için karargâhını Ziraat Mektebi’nde kuran Mustafa Kemal Paşa, gece-gündüz demeden burada çalışırken; bütün faaliyetlerini, daha o zamanlarda başlayan demokratik bir anlayışla Temsil Heyeti adına yapıyordu.
Mustafa Kemal Paşa 27 Aralık 1919’dan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış günü olan 23 Nisan 1920 tarihine kadar geçen dört aya yakın süre ile bu binada çalıştı. Top sesleri Ankara’dan duyulurken O yiğit Türk, bu mekanda Türkiye’nin kurtuluşunun planlarını yaptı. Hemde ölümün nefesini hissede hissede.
Bir kere daha hatırlatmak istiyorum! Burası, bir genel müdürlüğün merkezi değil Türkiye Cumhuriyeti’ne açık hava müze olmalıdır.
Evet, bozkırdan başkente dönüşen Ankara gururla haykırıyor: Hoş geldiniz Atam!