GöçTürkler
Türkiye’de gündem enflasyonunu bir kenara bırakıp bu yazımda sizlere Sirkeci’den 50 yıl önce kalkan trenden bugüne yansıyanlardan söz edeceğim.
2011 yılı, Türklerin Avrupa’nın çeşitli ülkelerine işçi olarak gidişlerinin 50. yılı...
50 yıllık bu serüveni özetlemek, ülkemizi 50 yıldır Avrupa’da var eden vatandaşlarımızı anmak ve hatırlatmak istiyorum. Bu tarihi olgunun altını çizen, UETD Hollanda ve Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği’ne de teşekkür ederek...
Düzenlenen bir çalıştaydı... “Umuda Yolculuğun 50. Yılında GöçTürkler” konulu “Göç ve Aidiyet” çalıştayı... Çalıştay, Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nda düzenlenmişti...
Hollanda UETD Başkanı Veyis Güngör ile Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği Başkanı Hikmet Eren'in ortak girişiminde yapılan çalıştayda göçün 50.yılı irdelendi.
Çalıştayın ortaya koyduğu önemli tespitler vardı.
Yaşlı Avrupa’nın, sayıları 6 milyona ulaşan Türkleri daha da söz sahibi hale getirdiğini öğreniyoruz. Bu gün 140 bin işletme, 5 milyar avro yıllık ciro ve 22.5 milyar avro tüketim ile Avrupa’nın vazgeçilmezleri olmalarının gururunu yaşıyorum.
Gerçekten de yıllarca aşağılanan, hak etmedikleri muameleler ile karşılaşan “Alamancı” Türkler yakıştırması şimdi çok farklı...
Ama “Sirkeciden Kalkan Tren” adlı kısa film gösterimindeki acı gerçekler çalıştaya damgasını vuruyor...
Umuda yolculuk için trenin Sirkeci’den kalkmasından tam 50 yıl geçmişti. Kısa film gösterimi çocukluk hatıralarımı canlandırdı. Yaşanılanların ve kazanılanların muhasebesi bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. İptidai bir şekilde sağlık kontrolünden geçirilen o günkü nesil... Taş kıran eller... 30 Ekim 1961’de Almanya ile imzalanan anlaşma ile yaşanılmaya başlayan büyük maraton…
Para kazanıp dönmekti amaç… Birçoğu öyle de yaptı ama geride kalanlar 50 yıldır Avrupa’da var olma mücadelesinde...
Şimdi Avrupa’da çok ciddi bir Türk varlığı var. Bunlar kendi işletmelerinde kendilerine göre güçlü ama yine de Türkiye’den kendilerine sahip çıkılmasını bekliyorlar.
Kimliğini, benliğini unutmadan bugünlere gelen nesillere ne mutlu... ama gelecekte Almanlaşan Türkleri göreceğimizi de konuşmacılar korku tüneli gibi gözlerimizin önüne getiriyorlar.
Ankara’yı, İstanbul’u hatta bulunduğu şehri tanımadan Almanya’yı görenlerin birçoğu yaşamıyor. Ama onlardan ikinci, üçüncü, hatta dördüncü nesil türedi.
Bir acı gerçeği daha öğreniyoruz. Lobiciliği bilmememizin acısını çekiyoruz galiba… çünkü Türkiye olarak Avrupa’daki vatandaşlarımızı bir güç olarak kullanmayı bile becerememişiz.
Öyle ya onlar bir traktör almaya gitmişlerdi... Onca sıkıntı içinde kazanacaklar, biriktirecekler ve döneceklerdi...
Çalıştaydan bu ana kadar aktardıklarımız gelen konuklardan öğrendiklerimiz...
Oturum başlıyor; konuşmacılar bazen sevindiren, bazen düşündüren tespitleri ile gerçekleri ortaya koyuyorlar.
Oturum Başkanı, Ahi Evran Üniversitesi’nden Dr. Kürşad Zorlu, çok önemli bir konunun tartışıldığın hatırlatıyor.
“Avrupalı Türklerin dini geleceği üzerine perspektifler” aktaran Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Tosun, tarikat sarmalına dikkat çekiyor. Avrupa’daki Türkler açısından dini geleceklerinin çok önemli olduğunu ısrarla vurguluyor.
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Talip Küçükcan “Avrupa Türkleri: Sosyal Sermaye ve Kültürel Kimlik” başlıklı konuşmasında kimlik sorunlarına dikkat çekiyor. Türkiye’nin katkısı olmadan Avrupa ülkelerinde çok ciddi örgütlenmeler içinde olduğunu görüyoruz. Küçükcan; Türkiye-Avrupa meselesinde en ön sıraya çıkan kimlik konusunda ilgilileri de uyarmadan edemiyor. Ve, temennisini aktarıyor:
“Keşke Türk Dili Konuşan Devlet Bakanlığı kurulsa...”
50 yıllık bu serüveni özetlemek, ülkemizi 50 yıldır Avrupa’da var eden vatandaşlarımızın yaşadıklarını ve yaşayacaklarını aktarmaya devam edelim... Evet, “Sirkeci’den kalkan trenle gelen GöçTürkler” gerçeği tüm çıplaklığı ile gözlerimizin önünde...
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. M. Murat Erdoğan, “Avrupa’ya göçün 50. yılında zihniyet transferleri”ni aktarırken onlara yeterince değer vermediğimiz gibi onlara yönelik bir politika da üretilemediği gerçeğini duyuruyordu. Sayın Erdoğan’a göre göç, insani bir meydan okuma... Göçmen ise her acıyı ve zorluğu göze alanların adı...
Erdoğan’a göre Avrupa'da Türkler kabullenilmedi ve orada yaşayan gurbetçiler de bunu çok iyi hissediyorlar. Bu iddiayı Avrupa’da yayınlanan karikatürlerden de öğreniyoruz.
Bir karikatürde, 50 yıl önce göç eden ve birçoğu dönerci ustası olarak hizmet sektöründe çalışan Türkler, daha önce kılıçlarla Avrupa'ya giden Yeniçerilere benzetiliyor!
TÜRKSAM Göç Enstitüsü Başkanı Dr. Can Ünver ise “Türkiye’nin Kamu Diplomasisi Açısından Avrupa Türkleri”ni anlatıyor. Sayın Ünver, sömürülmesine rağmen, aklı ve gönlü Türkiye’de kalanlara saygılarını sunarak konuşmasına başlıyor.
Ünver bir tarihi gerçeğe dikkat çekiyor... Malum, 1961 tarihi bir ihtilal sonrasının daha ilk yılları… Sirkeci’den kalkan trenle gidenler de o dönemin yöneticilerinin umudu... O günkü Türkiye’nin döviz açığını gidermek için gidiyor Sirkeci treni ile yola çıkan Alamancılar...
TÜRKSAM Göç Enstitüsü Başkanı Dr. Can Ünver, Türkiye’nin yurtdışındaki sayıca kabarık ancak etki açısından kesinlikle arzulanan düzeyde olmayan sivil gücünü sorgulaması gerektiğine de dikkat çekiyor. Ünver’e göre geldiğimiz noktada artan ekonomik, siyasi ve kültürel potansiyelle artık bir “Türk diasporasından” söz edilebilinir. Ama elbette böylesine bir gücün yeterince etkin kullanılması şartıyla... Bunun için de bir ev bir araba almaya giden ama dördüncü kuşağı yaşayanlara müşfik bir yaklaşımla şefkat elinin uzatılması gerekiyor.
USAK Sosyal Araştırmalar Merkezi’nden Dilek Karal Hanımefendi, “Avrupa Birliğine Üçüncü Köprü: Avrupalı Türkler”i aktarıyor Almanya acı vatan gerçeğiyle...
Dilek Karal, Türkiye - AB müzakereleri devam ederken halihazırda Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan ve yaşadıkları ülkelerin yerleşikleri haline gelmiş olan milyonlarca Türk vatandaşının, AB ile ilişkilerde en önemli unsur olarak tartışmalara dahil edilmesi gerektiğinin önemine dikkat çekiyor. Karal, “Türkiyeli Avrupa”nın AB için bir tercih olmaktan çıkıp bir zorunluluk olduğunu da ifade ediyor.
Son konuşmacıdan ise oldukça çok şeyler öğreniyoruz... Hollanda Göçmenler Konsorsiyumu Danışmanı Ronald Lucardie “Türklerin Avrupa’daki imajını bir yabancı gözüyle aktarıyor.
İşte acı gerçek... Tarihindeki örneklerle baş başa olan Hollandalılar görüyoruz ki Türkleri kabullenmede oldukça zorlanıyorlar. Yani Türklerin, Müslüman oldukları için Avrupa'nın asla parçası olamayacağını düşünen de var, vergisini veren, devlete katkısı olduğu yönünde olumlu düşünceye sahip olanlar da var.
Ronald Lucardie’nin Hollanda'da eğitim seviyesi orta olan vatandaşların yaşadığı bir mahallede Türklerin imajını ortaya çıkarmak için yaptığı bir araştırma da ilginç sonuçlar çıkarmış görünüyor. Lucardie’ye göre, görüştüğü bir kişi, Türkleri ''eşlerini çalan'' kişiler olarak tanımlıyor. Bir ekonomist ise Hollandalıların ilgi göstermediği terzilik gibi meslekleri yapan kişiler olarak görüyor Türkleri. Başka birisi ise Türkleri, devletine vergisini ödeyen ve dolayısıyla kendilerine katkısı olan bir kesim olarak anlatıyor.
Yine bu görüşmelerde daha farklı değerlendirmeleri yapıldığını öğreniyoruz. Erkek arkadaşı 'Ahmet' olan bir bayan, Türklerin çok kibar olduğunu söylüyor. Dindar bir Hollandalı ise Türklerin Müslüman olduğunu, asla Avrupa ile bütünleşemeyeceğini ifade ediyor.
Anlıyoruz ki, Avrupalılar geçmiş tarihi yaşamlarını Türklerle ilişkilerinin her zaman önünde görüyorlar...
Hatta öyle Hollandalılar var ki, Türklerin kendi işlerini çaldıklarını bile düşünüyorlar. Oysa Türkler, Hollanda’da ne yazık ki onların yapmadıkları işleri yapıyorlar ama yine de yaranamıyorlar. Görülüyor ki imajlar zaman düzelse de krizler hortladığında Türkler yine tu kaka oluyorlar.
İşte Sirkeci’den kalkan trenin ardından 50 yıl sonra “acı vatan”daki halimiz...