Devlet kurum ve kuruluşları “Taşeron” cenneti! Çalışma hayatında “Taşeronlaşma”, 1990'lı yılların başından itibaren çalışma hayatımızda yaygınlaşan bir uygulama. Sağlıkta da taşeronlaşma, temizlikten başladı ve şimdi ameliyathanelere kadar girdi.
Galiba bu işin öncülüğünü de ne yazık ki başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere kent belediyelerimiz yaptı. Ankara, İstanbul, İzmir, Konya, Adana ve diğer büyükşehir belediyelerinde şirketleşmenin getirdiği taşeronlaşma içinden çıkılamaz bir istihdam politikası olarak şimdi önümüze sürülüyor.
Özelleştirme kıskacındaki kuruluşlardaki çalışanların ucuz emekçi haline getirilmesi için önümüze sürülen taşeronlaşmada sıkıntılar vahşi kapitalizmin yüzünü de göstermeye başladı.
Bir lokma ekmeğinin peşinde koşan ucuz emek gücünün kahramanları şimdi kıdemli birer işçi olunca tazminat korkusuna kapılan taşeronlar ve kamu kurum ve kuruluşlarındaki şirketler yeni oyunlar peşinde koşmaya başladı.
Ekonomik krizi gerekçe göster; at ve kadro yenile!
Bir lokma helalinden ekmeğinin peşinde koşan ve “Köle İzaura”ları oynayan binlerce çalışan adına bana ulaştırılan bir elektronik posta ve beraberinde gelen yorumlar beni bu uzun yazıyı yazmaya teşvik etti.
Kadrolaşma dolayısıyla sendikalaşma korkusuyla asgari ücret ile çalıştırmak için sıkça başvurulan taşeronluğun hala yasal mı yasal değil mi tartışması süre dursun gelen yorumları gelin birlikte değerlendirelim.
Dert yükü açıklamaya gelen yorumun birinde taşeronlaşmanın tarihine dikkat çekiliyor ve şöyle deniyor:
“Rahmetli Özal özelleştirmeyi başlattı, fakat bu işin tadı kaçtı. Gide gide birde baktık ki vahşi kapitalizmin dişlileri arasında döner dururuz. Sade işçiler değil birde sözleşmeli memur, sözleşmeli taşeron elemanı müteahhidin adamı yani insan emeğinin masa başlarında satıldığı düzen ortaya çıktı. İster beğen ister beğenme düzen bu! Sen değiştirmesen bak adamlar ne güzel değiştiriyor. Kimseden gık çıkmıyor. Hatta dua edenini bile gördüm bu memlekette!...”
Bir başka yorum da şöyle:
“İyi güzel ama mektup yazan arkadaşa bir sorum olacak; belediyeye nasıl girmiş onu bir açıklarsa çok sevinirim. İşsiz gezen diğer arkadaşlardan onu ayıran özelliğini merak ettim. Hani bir sınavla falan girmişse baş tacı ama eğer birileri sayesinde o işe girmişse zamanında, diyeceğim tek cümle şu; birileri sayesinde gelenler, birileri tarafından da gönderilirler”! Bu olay bu kadar basit! Maalesef güzel Malatya’mızın belediyesi ki bu bütün belediyelerde de geçerli, seçim zamanında akıl almaz şekilde gerekli ya da gereksiz personelle dolduruluyor. Hatırlarsanız Cemal Akın döneminde seçim yakındı ve o zaman yüzlerce personel alındığı haberi bayağı bir dönmüştü Malatya’da. Şimdi ne olacak peki? Mevcut başkanın da iş vermek istediği yakınlarının varlığı kanaatimce muhtemel...
Bir okurum sık sık yenilenen kaldırım işlerini hatırlatıyor ve şunları yazıyor:
“…Evet aynı yollar, kaldırımlar bir taraftan yıkılıyor bir taraftan yapılıyor…
Şu anda yandaşların haricinde kimsenin karnı doymuyor. Çok kötüye gidiyoruz çok... Biraz gözünü açsa insanlarımız, ellerine geçen seçim yatırımı çeklere, gıdalara inanmasalar. Taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini düşünebilseler, çocuklarımızın geleceğinin yok olduğunu görebilseler ama heyhat... Başımızı çok duvarlara çarpacağız ama iş işten geçmiş olacak. Uyanın Allah aşkına uyanın. Memleket karış karış satılıyor, bayrağımızı indirmeye çalışıyorlar. Andımızı, İstiklal Marşımızı okutmamayı düşünüyorlar. Bu vatan hepimizin Allah aşkına bu bayrak hepimizin... Sahip çıkalım vatanımıza!”
Belediyecilik anlayışını anlatan bir başka yorumda da şöyle deniliyor:
“…Bugün itibari ile içinde bulunduğumuz durum gerçekten çok vahim. Sadece belediyeler değil Türkiye’nin büyük çoğunluğu bu tehlikeyle karşı karşıya. Çünkü hükümetin yanlış kararları ve tutumu yüzünden para dönüşü kısır. Bakın 1 yıl önce büyük paralar harcayıp yaptırılan yollar ve kaldırımlar daha güzelini yapacağım diyerek sökülüp yenisi yapılıyor. Neden? Çünkü birilerine para kazandırmak lazım. Seçim geliyor para lazım. En kötü idareci bile zarar ve kârı çok iyi bilir. Allah korusun ama bu bir gerçek 5 yıla kadar Yunanistan gibi olacağız. Çünkü devlet daireleri işe yaramaz emeklisi dolmuş insanlarla kaynıyor. Bu hükümet benim adamım senin adamın diyerek koltuğundan ettiği insanlara koltuk veremediği için 30 gün boyunca işe gitmeden maaş alan insanları besler duruma geldi. Ama bu şekilde maaş alanların suçu değil. Kısacası Allahım başımızdakilerin nefislerini doyursun. Allah korkusu içerisinde doğru karar vermeyi nasip etsin...”
Belediyecilik anlayışını anlatan bir başka yorumda da şöyle deniliyor:
“Ne yazık ki bugünkü belediyecilik anlayışında bu tür olaylar çok fazla gerçekleşmekte. Seçim dönemi yüzlerce insanı işe alıp, eski personeli de bir güzel temizleyerek ve kendi yandaşlarıyla belediyeyi doldurarak, sonrasında da yıl sonlarında sözleşmelileri işten çıkararak belediye işleri sürdürülmektedir. Ve yine ne yazık ki tazminat dedikleri de kişinin bir yılını doldurmasına bile müsaade edilmediği için çok cüzi bir miktardır... Türkiye'de böyle kaç kişinin hakkı bu ve buna benzer sebeplerle yenmiştir kim bilir... Allah yardımcıları olsun...
Tüm bunlar bana medya sektöründe yaşadığım acıları hatırlattı. Ben ve benim gibi daha nice basın emektarları 1990’lı yılların ilk çeyreğinde malum basın krizinde tazminatsız bir kenara savrulduk da hala kimse neredesiniz diye sormuyor. Bir kuru ekmeğe muhtaç olan, çocuğunun bir şişe süt parasını düşünerek kahrından ölen arkadaşlarımız oldu ama o insanlar saltanatını sürdürüp gitti. Hem de mazlumları oynayarak...
Konumuz vahşi kapitalizm!
Acı hatıralar dedim de ismini vermeyeyim bir sendika başkanının garip öyküsünü de sizlere nakledeyim. Basında taşeronlaşmaya karşı mücadele eden bu arkadaşımız patronunun zaferiyle sonuçlanan taşeronlaşmadan sonra şimdi kendisi taşeron oldu! Sendikasının ise hiç yüzüne bakmadı!
Ben başka bir şey demiyorum!