Bir ulu Türk bilgesi
Mahkemeler
Tabutluklar
Zindanlar
Sürgünler
Tüm bunların adı bir ulu Türk bilgesi
O bilge ki, kaybedişimizin 33. yılında andığımız ve aradığımız Büyük Türkçü Hüseyin Nihal Atsız"dır. Rahmet olsun.
Bir dönem düşünün ki;
İtalyan faşizmine sempati duyuluyor,
Alman nazizmine methiyeler yazılıyor,
Rus komünizmine kur yapıyor!
Ama yakın çağın Türkçülük tarihinin bir Ulu Türk Bilgesi olarak Hüseyin Nihal Atsız; Türk nesillerinin sonsuza uzanan yollarını aydınlatıyor, aydınlatacaktır da.
Her nesil O'nda; heyecanının, coşkunluğunun, düşüncesinin terennümünü bulacak ve Türk'ün meselelerine Türk gözüyle bakışın metodunu öğrenecektir.
Türk Milleti, O'nun Türklüğe adanan yetmiş yıllık hayatında, kahramanlık ile feragatin yüce ve ölümsüz tablosunu seyredecektir...
Şuna eminiz ki, Türklüğün ölümsüz efsanesi Atsız Ata, şimdi Tanrı Dağı'nda, Türk Atalarının kutlu tinlerinin toplandığı Tanrıkut otağında, çok sevdiği Kür Şad ile beraber Türk Elleri'ni izleyerek bütün Türklerin Bozkurt başlı sancak altında birleşeceği günü bekliyor...
Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905'te İstanbul Kadıköy'de doğdu. Atsız Beğ'in ailesi, Gümüşhane'nin Torul kazasının Midi köyünde Çiftçioğulları adı ile bilinmektedir.
Türkçülük fikrinin ilk kıvılcımları Atsız'ın gönlünde, daha 7-8 yaşında iken tutuşmaya başladı. Babasının görevli bulunduğu Süveyş sokaklarında İtalyan çocuklarıyla yaptığı kavgalar, Fransız İlkokulu'nda Rum çocuklarının kendisine karşı düşmanca tutumları, O'nun çocuk gönlünde büyük akisler bıraktı.
Türk Milleti'ne mensup olmanın idrakine daha o yaşlarda vardı.
Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askeri Tıbbiye'ye kaydolunca, komünizm ve azınlık milliyetçiliği peşinde koşan Türk düşmanı kişilerle karşılaştı. Türklük şuuru olgun bir seviyeye ulaşan Atsız, Türk devletinin birlik ve bütünlüğüne yönelen bu zararlı akımlarla fikrî ve fiili mücadeleye başladı.
Ziya Gökalp'in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine düşman öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen)'ın kasti bir şekilde ve gereksiz bir yerde istediği selâmı vermediği için, 4 Mart 1925 tarihinde 3. sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye'den çıkarıldı.
Bu olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Lisesi'nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları'nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalıştı ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında bir kaç sefer yaptı.
1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu'nun Edebiyat Fakültesi'nin "Edebiyat Bölümü"ne ve İstanbul Dârülfünûnu'nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul'da Taşkışla'da 5. piyade alayında er olarak yaptı.
Atsız, Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı Anadolu'da Türklere ait yer isimleri adlı makalenin Türkiyat Mecmuası'nda yayınlanması ile hocası olan M. Fuad Köprülü'nün dikkatini çekti.
Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulu'nu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirdi ve 25 Ocak1931'de Atsız'ı kendisine asistan olarak aldı.
Sonra mücadeleci bir süreç
13 Mart 1933 tarihinde Atsız'ın üniversite asistanlığına son verildi. Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız, Malatya Ortaokulu'na Türkçe öğretmeni olarak tayin edildi. Malatya'da kısa bir müddet (8 Nisan 1933-31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edildi. Atsız'ın Edirne'deki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etti.
Atsız, Boğaziçi Lisesi'nin Türkçe öğretmeni iken Orhun Dergisini (1Ekim 1943-1 Nisan 1944, sayı:10 ile 16 arası, 7 sayı) yeniden yayınlamaya başladı. 2. Dünya Savaşı sıralarında yerli komünistler faaliyetlerini olağanüstü artırdıkları halde, resmî makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak yerine, seyirci kalmaktaydılar. Atsız, ilgilileri ikaz için Orhun.'un Mart 1944'te yayınlanan 15. sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na hitaben bir açık mektup yayınladı. Atsız, bu açık mektupta, Marksistlerin artan faaliyetlerini belirtmekte idi. Aynı zamanda, Orhun dergisi kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşırı faaliyetlerin belgeleri ile birlikte örneklerini vereceğini bildiriyordu. Atsız, Orhun'un kapatılmaması üzerine, Nisan 1944'te yayımlanan 16. sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Alive Sadrettin Celâl Antel'in Marksist faaliyetlerini açıklayarak devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel'i istifaya çağırdı. Bu ikinci açık mektup, yurt içinde büyük bir millî galeyana sebep oldu, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünizm aleyhinde gösteriler yapıldı. Bu arada Atsız'a yurdun her köşesinden mektup ve telgrafların gelmesi Ankara'daki yetkilileri tedirgin etmekte idi. Millî Eğitim camiasındaki komünistler sebebi ile kendi partisinin mensupları tarafından dahi sorguya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk iş olarak 7 Nisan 1944 tarihinde Atsız'ın Boğaziçi Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliğine son verdi. Orhun dergisi ise Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatıldı, bu arada Sabahattin Ali de kışkırtılarak Atsız aleyhine hakaret davası açmaya zorlandı. Aleyhine dava açılan Atsız, trenle Ankara'ya gitti ve Türkçü gençler tarafından istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edildi. Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçti. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencisi alınmadı, bu yüzden de devrin Halk Partisi iktidarını şaşırtan büyük öğrenci gösterileri oldu ve yüzlerce kişi tutuklandı. "Sabahattin Ali - Nihâl Atsız davası" olmaktan çok "Komünizme karşı Türkçülük davası" halini alan bu davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali'ye "vatan haini" dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız'ın cezası hâkim tarafından "milli tahrik" gerekçesi ile 4 aya indirildi ve 4 aylık bu ceza da ertelendi. Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edildi. 19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde itham eden nutkunu söyledi ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanmaya başladı. Aralarında üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan sanıklar, sorguya çekme adı altında çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlandı. "Irkçılık-Turancılık davası'' adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlandı ve Atsız 6,5 yıl hapse mahkûm oldu. Atsız, birbuçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edildi.
Nisan 1947'den Temmuz 1949'a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kaldı. Bir müddet Türkiye Yayınevi'nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan "Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir" adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı ile yayınlamak zorunda kaldı. Atsız'ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olunca, Atsız'ı 25 Temmuz 1949'da Süleymaniye Kütüphânesi'ne "uzman" olarak tayin etti.
Sonra Demokrat Parti iktidarı ve yeniden öğretmenlik yılları...
Sonra çileli yıllar
Sıkıyönetim mahkemelerinde Türk milletinin ve vatanının birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yıkıcılar, bölücüler, komünistler ve anarşistler muhakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hususlara daha 4-5 yıl önce dikkati çeken Atsız muhakeme edildi.
Cezaevi yılları devam edip gitti.
Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, Atsız'ın yazılarından, fikirlerinden ve eserlerinden feyiz alan milliyetçi bilim adamları, üniversite mensupları, gençlik kuruluşları, kültür dernekleri vasıtası ile Türk milleti, Cumhurbaşkanına başvurup Atsız'ın affını istedi. Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yüreğinde vatan ve millet sevgisi taşıyan her kesimden milyonlarca Türk'ün yoğun isteği karşısında kendi yetkisini kullanarak Atsız'ın cezasını affetti.
Atsız"ın, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamadı. 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirdi. Gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamadı. Ertesi akşam Atsız'ı ziyaret eden ikinci bir kriz, 11 Aralık 1975 Perşembe günü Atsız'ı aramızdan alıp götürdü.
Yarım asırdır hiç bir kuvvetin Türk milliyetçiliğinin burcundan indiremediği bayraklarından birincisi olan Atsız'a Kurban Bayramı dolayısıyla ziyaret yapmak isteyenler, 13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramının ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii'nde son vazifelerini yerine getirdiler. Kılınan ikindi namazını müteakip Osmanağa Câmii'nden Karacaahmet mezarlığına kadar, onu eller üzerinde taşıdılar.
Türk milliyetçiliğinin öncüsü olan Nihâl Atsız, işte böyle bir hayatı tamamlayarak Atasına layık olmanın huzuruyla ahrete göç etti.
Mekanı Cennet olsun.