Türkiye’nin en büyük sorunu aydını ile… Türk insanı ile aydını (!) aynı dile nedense bir türlü konuşamadı. Bu durum günümüze kadar devam etti.
Tandoğan ve Çağlayan mitingleri, Türk milletinin gerektiğinde tek ses olabileceği mesajıdır
Öncelikle sitemizin değerli kalemlerinden biri olan Ramazan DURMUŞ’un kim olduğu konusunda sizleri bilgilendirdikten sonra Ramazan Bey’in ülkemizi yakından ilgilendiren konulardaki nokta tespitleri, olaylara karşı milli bakışı, üstü örtülmeye çalışılan konulardaki açık, net ve değerli görüşleriyle sizleri baş başa bırakmak istiyorum. Ve kesinlikle Başhaham Reichhorn’un 1869 senesinde Prag’da Hahambaşı Simeon-Ben-Yhuda’nın mezarı başındaki açıklamasının Türk milleti tarafından defalarca okunmasını tavsiye ediyorum. Bu metni bilgimize sunmasından ötürü de bütün Türk milliyetçileri adına Ramazan Bey’e teşekkürü bir borç biliyorum.
* * *
Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat Kasabası’nda 1953 yılında dünyaya gelmiş.
İlköğretimi köyünde, ortaokulu Doğanşehir’de, liseyi Malatya’da okuduktan sonra ailesinin göç etmesi sebebiyle Ankara’ya gelmiş. Yüksek öğrenimini, gazetecilik mesleğinin ilk yıllarını sürdürürken Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü’nde yapmış.
Gazeteciliğe 1972 yılında Ankara’da yayınlanan İş Alemi isimli mahalli gazetede başlayıp Odacı olarak başladığı ve daha sonra ismi değiştirilen Ankara İktisat Gazetesi’nden 1978 yılında yazı işleri sayfa sekreteri olarak ayrılmış. Kısa bir dönem Memleket Gazetesi’nde çalıştıktan sonra, Flaş Ankara Gazetesi’nde Yazı İşleri Müdürü olarak gazete yöneticiliğinde tecrübe yılları devam etmiş.
1981 yılı Temmuzunda kısa dönem askerliğini İstanbul’da Tuzla Piyade Okulu’nda tamamladıktan sonra Flaş Ankara Gazetesi’ndeki görevine dönmüş. Ancak gazeteden kısa bir süre sonra ayrılmış.
Bir süre Adalet Gazetesi’nde Yazıişleri Müdürlüğü görevinde bulunduktan sonra Günaydın’lı yılları başlamış. Günaydın Gazetesi’nin İç Anadolu, Karadeniz ve Güney Anadolu Yazı İşleri Sorumlusu olarak çalıştımış.
1987 yılında bir süre Sabah Gazetesi’nin Ankara Bürosunda çalıştıktan sonra yayın hayatı 49 gün devam eden Yeni Haber Gazetesi’nin Ankara Bürosunda Yazıişleri Sorumlusu olmuş. Gazete kapanınca 6 ay sonra yeniden Günaydın Grubu’na dönmüş.
Ankara’da Günaydın Grubuna bağlı Ulus Gazetesi’nin Spor Şefliği görevini yürütürken, 1987 yılı Eylül’ünde Günaydın Gazetesi Adana Bürosunun Yazı İşleri Temsilciliği görevine atanmış. 1993 yılına kadar Adana’da görev yaparken Basında yaşanan kriz sebebiyle yeniden Ankara’ya dönmüş.
Basında geri kalan yıllarında birçok gazetede basının üzerindeki ekonomik sıkıntıların ve tekelleşmenin baskısı altında Ankara’daki mahalli gazetelerde Yazı İşleri Müdürlüğü ve İngilizce olarak yayınlanan 8. Gün ve Haber Ajansı The Pres Dıgest’in Yayın Koordinatörlüğü görevinde bulunmuş. Daha sonra Ankara’da özel bir hastanenin haftalık olarak yayınlanan gazetesinde Genel Yayın Müdürlüğü görevinde devam etmiş. Bir süre Ankara’da haftalık yayınlanan GÜRSES Gazetesi’nin Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürlüğü görevini yürütümüştür.
Emekli ve sürekli basın kartı sahibi. 3 kız çocuğu babasıdır. Şu an ise
Kendi tabiriyle; “Türk milliyetçilerinin kütüphanesi, ülkücülerin akademik dünyası” www.ulkucu.org sitesinde tarihe not düşmeye devam etmektedir.
Ayrıca Ankara merkezli yayınlanan ANAYURT Gazetesi’nde de Koordinatör Spor Müdürü olarak görevini sürdürmektedir.
* * *
ülkücü.org: Yazılarınıza baktığımızda genel itibariyle karamsar bir havanın hakim olduğunu görüyoruz. Hatta bir yazınızda “Türkiye’nin 45 yıllık tarihine şahitlik yapan biri olarak şu anda geldiğimiz durum bana 1980 öncesinden de ürkütücü geliyor” diyorsunuz.
Sizi şu an Türkiye’de daha çok ürküten;
Mevcut siyasi iradenin Türkiye adına Türkiye aleyhine çıkarmış olduğu yasaların gelecek günlerdeki yansımaları mı?
Yoksa merkezi dış mihraklı olup içimizdeki işbirlikçileri sayesinde her cepheden ablukaya alınan, iç çatışma ve bölünme tehlikesi yaşayan Türkiye mi?
R.D. - Yazılarımda karamsarlığımın farkındayım ama ben hayatta hiç karamsar olmadım. Zaten karamsar olsam herhangi bir yazı da yazmam. Kimseye bir mesajım da olmaz.
Yazılarımda karamsarlıktan çok isyankârlık var, feryat var. Bu isyankârlık ve feryat da Türk milletinin yaşadığı sıkıntılaradır, sahipsizliğinedir.
Gelen gideni aratır misali Türkiye’nin 45 yılını gözlerimin önüne getirdiğimde en başta 60’lı yıllardaki eğitim sistemini özlüyorum. O günün büyükleri eleştirse de bugünü yaşayan bizleriz. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta da bu böyle…
Gelen gideni aratır olmuş… O yıllarda “Ben öğretmen olacağım, ben asker olacağım” derken bir büyük hayalin gerçeğe dönüşmesindeki kararlılığı hiç kimse inkar edemez.
İşte kendimden örnek vereyim; hem öğretmen hem gazeteci olacağım diye hayaller kurmuştum. Hayal ettiğim bu mesleklerden birini yıllardır sürdürüyorum. Diğerini yani öğretmenliği de, Milli Eğitimin Türk milliyetçilere zulüm yaptığı dönemlerde mezun olduğum için maalesef yapamadım. Aldığım diploma tesellim oldu!
Ya bugün? Gençliğim ne durumda; umursayan var mı?
Hamasi nutuklar atılıyor; geleceğimizin teminatı çocuklarımız deniyor. Vallahi de billahi de bu nutuk atanlar yalan söylüyorlar.
Türk milletinin geleceğinden söz edenler öncelikle ve öncelikle yozlaşan eğitimin ürünleri olan dershanelerin sağına soluna serpiştirilen hapçıların, alkoliklerin, adresi cafe ve barları çıkarıp atsınlar. Tümör, körpe beyinleri sarmadan Türk’ü yönettiğini iddia edenler uyansınlar!
İşte o zaman ben gelecekten ümitli olayım!
Tekrar ediyorum; beni ürküten en büyük olay kimliksizleştirilen Türk gençliğidir!
Elbette kimliksizleştirilen Türk gençliğinde mevcut iktidar kadar diğerlerinin de vebali vardır. Ama mutlu azınlık okullarına bakarak Türk gençliğinin ufkunu açık görenler; onları karşılarına alıp bir konuşsunlar bakalım! Hangi ahlaki değerlerden söz edecekler…
Mevcut siyasi iradenin Türkiye adına Türkiye aleyhine çıkarmış olduğu yasaların aziz milletimin geleceğine ipotek olduğunu kim inkar edebilir ki? Osmanlı Devleti’nin son dönemi acziyettir. Sonu da Duyunu Umumiye olmuştur.
Bugün Türkiye’yi idare ettiğini söyleyenler ekonomik ve politik geleceğimizi ipotek altına aldırdıklarının da farkında değiller.
Cengiz Aytmatov; Türk’ün özünü unutmasını, MANKURT ile çok iyi anlatmıştır. Bugün genç beyinler ki, onlara geleceğimizin teminatı deniyor birer MANKURT değil midirler?
Bunun sebebi de elbette ki, Türk milletinin üzerinden elini hiç çekmeyen dış mihraklardır; onların işbirlikçileridir.
İç çatışma ve bölünme tehlikesinden söz ediyorsunuz, ancak ben Türkiye’de bir iç çatışma da, bölünme tehlikesi de beklemiyorum; böyle bir endişem yok. Çünkü bu millet dualıdır, bu millet Yüce Allah’ın övgüsüne layık görülen bir millettir. Bu millet, geçmişte olduğu gibi yine kenetlenmesini bilecektir. Elbette bu kenetlenme için de Türk milletinin önderi olmayı hak eden lidere ihtiyacımız vardır.
İşte Tandoğan, işte Çağlayan…
ülkücü.org: Yine yazılarınızda en çok üzerinde durduğunuz konulardan biri, yabancılara toprak satışı meselesi.
Bu konuyla ilgili olarak geçtiğimiz günlerde MEB Hüseyin Çelik’in, “Toprak satmaktan korkmayın” şeklinde bir açıklaması oldu. Ayrıca toprak satışı konusunda bazı çevreler, Avrupa’da 2.7 milyon insanımızın iş sahibi, ev sahibi olduğu ama Avrupa’nın bundan hiç rahatsızlık duymadığını ifade ediyor.
Siz, bir aydın olarak toprak satışını, Türkiye’nin gelecek yıllardaki güvenliği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
R.D. Yabancılara toprak satışı üzerinde Türk’üm, Milliyetçiyim, Ülkücüyüm diyen herkes duruyor ki, ben de duruyorum. Toprak namusumdur.
Yabancılara toprak satışı üzerinde çok duruyorum. Çünkü Türkiye’yi yönettiğini iddia eden AKP iktidarı da ürküp Hatay’da toprak satışını durdurmadı mı?
Demek ki toprak satışında tehlike var. Toprağı satmak, vatanı satmaktan farksızdır. Bakın Türk Telekom yabancılara satıldı; hem de beğenilmeyen 57. hükümetin 45 milyar dolara satmadığı Telekom 6.5 milyar dolara satıldı. Bu milli kuruluşun satışı yabancı patronlara bu toprağın üstü kadar altında da işlem yapma hakkı vermedi mi?
Unutmayın ki, yıllardan beri yabancı kazı ekipleri Türkiye’yi karış karış kazıyor; ama ne bulduklarını sadece kendileri biliyor.
Bizde tapular tezgaha düşerken, Kuzey Irak’ta yani Yahudi Kürdistan’ında bile sadece yatırım yapana toprak alma hakkı tanınıyor!
Ya Türkiye’de nasıl bir uygulama yapılıyor. Sadece körü körüne satış… Gerçek şu ki Türkiye’de 81 ilimizin tamamına yakınında yabancılara toprak satışı maalesef yapılmıştır, yapılmaktadır. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü kayıtları, 70 ilde toprak satışının yapıldığını gösteriyor ki bu rakam korkunçtur.
Unutmayın ki, Filistinliler bugün sattıkları ata topraklarında huzur içinde değillerse bunun nedeni sattıkları o toprakların isyanıdır. Toprağına ihanet eden Filistinli bugün Ortadoğu’nun jandarması İsrail’in zulmü altındadır!
AKP iktidarı tüm bu gerçeklere karşın yabancılara mülk satışını sınırsız olarak serbest bırakmıştır.
Evet; ecdat kanı ile sulanan bu vatan topraklarının satışı beni çok üzüyor.
Muhammed İkbal’in çıktığı uçak yolculuğunda Türkiye’nin üzerinden geçerken oturduğu uçak koltuğundan hızla ayağa kalkarak saygı duruşunda bulunur gibi durmasının sırrını umuyorum bu vatanı parsel parsel satanlar bir gün anlayacaklardır!
Biliyorsunuz ki İkbal bu hareketini aşağıda yüzbinlerce kefensiz yatan şehitlerimize saygı için yapmıştır. Böyle bir kutsal toprağın üzerinde oturma lüksünü kendinde görmemiştir.
Bir de bugünkü nesile bak!
“Bayrakları Bayrak Yapan Üstündeki Kandır.
Toprak uğrunda ölen varsa VATAN'dır.
Kime söylenmiş?
Bir de bugüne bir bakın… Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Bakanı ki, ekonomiden sorumlu bir bakan olsa bildiğini söylüyor diyeceğim ama Sayın Çelik’in satılan vatan toprakları için asla fetva vermemesi lazım. Ama o gidiyor; sınır kentlerinde toprak satışının ne de doğru (!) şey olduğunu anlatıyor. Bir Bakanın, hem de Milli Eğitim’i yöneten bir Bakanın bu durumu ibret vericidir.
ülkücü.org: Türkiye’nin bir diğer önemli meselelerinden biri olan özelleştirme konusunu ele aldığımızda görüyoruz ki;
Yabancı şirketler daha çok haberleşme, bankacılık vs. üretime değil tüketime yönelik kurumları tercih ediyor. Bununla birlikte son 4 yılda yabancı sermayenin piyasalarda oranının da %67’ye ulaştığını biliyoruz.
Bütün bunları değerlendirdiğimizde bir sonraki dönem itibariyle Türk ekonomisi adına ne anlama geliyor?
R.D. Olayı biraz basitleştirir isek yerel yönetimlerin yani belediyelerin bir uygulamasından söz edeyim. Malum; parasız kalan belediye başkanları İller Bankası denen faizci kurumun yüksek faiz sarmalına düşmemek için son çare sağda solda bulunan gayrimenkul fazlasını satar.
Öyle ya işi günü kurtarmak değil mi?
Sonra bu başkan gider, yenisi gelir. Yeni gelenin ilk söylediği şey, gidenin sattıklarına feryadıdır.
Şimdi özelleştirmeye iki yönlü bakmak lazım. Türk insanının faydasına olacak özelleştirmelerden kimse kaçmaz, kaçmıyor da… Tıpkı bir zamanlar insanımızın ürettiği tütünü kendisinin tüketememesi gibi! Bir tabaka tütün yakalatanın cezasını 50’li yaşlarda olanlar çok iyi bilir!
Ya da ayakkabı, tuz, gaz, bez üretimi… Türkiye Cumhuriyeti’nin devletçi yapısı içinde geçmişte bu hizmetlerin devlet eliyle üretilmesi mecburiyet olmuştur. Ama Yüce Önderimiz Atatürk bunları yaparken O’ndan sonraki iktidarlar da farklı boyutlara geçme cesaretini gösterememişlerdir. Sonuçta ayakkabı üreten, bez üreten, kumaş üreten devlet kurumları siyasetçilerin elinden birer arpalık olmuş; ürettiklerini pahalıya mal ederek vatandaşa da yüksek fiyattan satar olmuşlardır.
Böyle kurumların özelleştirilmesi kadar tabii bir şey olamaz. Ancak bir de stratejik hizmetler vardır ki; bunlar telefondur, doğalgazdır, petrol rafinerileridir.
İşte AKP iktidarı özelleştirme şampiyonu olacağım diye ha bire satacağım da satacağım politikasını devam ettirmektedir.
Yabancılar tüketime dönük özelleştirmeler karşısında iştahını kabartırken Türk bankalarının özelleştirilmesine dikkat çekmek istiyorum. Bana göre bankaların özelleştirilmesi, hele hele yabancılara satışı çok büyük günahtır. Bu günahı da işleyenleri Türk milleti çok iyi bilmektedir.
ülkücü.org: Yabancılaşma konusunda ülkemizin en büyük problemlerinden biri de hiç kuşku yok ki, her geçen gün sermayesi biraz daha yabancılaşan Türk milletinden ve değerlerinden biraz daha uzaklaşan televizyon ve gazeteler.
Ama 14 Nisan’da gördük ki herşeye rağmen ülkemizde bir dip dalgası oluşmuş siz bunu neye bağlıyorsunuz?
R.D. Türk milletinden ve değerlerinden uzak görsel ve yazılı basının durumu içler acısıdır. Okunurluk ya da izlenirlik uğruna oynamadıkları değerimiz kalmamıştır. Bu millet, yabancı seks dergilerindeki çıplak bayan resimlerini muhabirlerinin önüne getirip haydi buna iyi bir asparagas haber yaz diyenleri ne yazık ki el üstünde tutmuştur.
Türk medyası hiçbir zaman millî olmamıştır ama bugünkü tekelleşmenin önderleri geçmişteki patronları da aratır olmuşlardır.
Şüphesiz bunda en büyük günah, 12 Eylül ihtilalindedir. İhtilal, birçok değeri silip attığı gibi basın mensuplarının haklarının da ellerinden alınması sonucu örgütleri sadece kağıt üzerinde kalmıştır. Cemiyetler ya da sendikalar hiçbir işlev yerine getirmemişler; düzene uymuşlardır. Sonuçta da beğensek de beğenmesek de bizim olan gazeteciler, televizyoncular şimdi karnını doyurmak adına bir yerlerde rızık peşinde koşmaktadırlar.
Türk milliyetçiliği adına bir gazete ya da televizyon ise en büyük yaramızdır. Şu dönemde yavaş yavaş başlayan kıpırdanmalar aslında yeterli değildir. Yeniçağ TV, Ata TV, Bengü TV, ART ve diğerleri; bütünleşmek ve Edirne’den Kars’a, Samsun’dan Antalya’ya dalga dalga yayılmak zorundadır. Bunun için de Türk milletini düşündüğünü söyleyen her medya mensubunun birlik olma adına bir araya gelmesi şarttır. Bunu mutlaka gerçekleştirmek zorundayız.
Milli bir ses olabilecek bir gazete, ya da bir ya da birkaç televizyon; 14 Nisan’daki 1 milyon olduğu söylenen insan selinden daha fazla insanımızı millî şahlanışa yönlendirecektir.
Mesela böyle bir şahlanışı ben çok iyi hatırlıyorum. Cennet mekan Gün Sazak’ın şahadetinin ardından Ankara’daki o heyecanlı kalabalığı ya da Başbuğun ardından o müthiş soğuğa rağmen ayrılamayanları uzun uzun anlatmama gerek var mı?
1976’da 1 milyona yakın Türk milliyetçisinin Ankara’da gerçekleştirdiği protesto buluşması da asla hafızalardan silinmesin.
14 Nisan’da Ankara Tandoğan Meydanını dolduran büyük kalabalık, ifadenizle “bir dip dalgası” değil; Türk milliyetçilerinin yıllardır haykırdıkları doğruların kabul edilirliğini görenlerin uyanışıdır.
VATAN, TOPRAK, BAYRAK dedikçe biz Türk milliyetçilerini, Türkiye sevdalılarını oraya ya da buraya yamayanlar, Türk milletini sevmeyi günah olarak görenler, Tandoğan’da da Çağlayan’da da haklılığımızı görmüşlerdir.
14 yıldan bu yana ikamet ettiğim Küçükesat’ta geçmişte balkonlardan dalgalandırılan ay-yıldızlı bayrağımla bugün dalgalandırılan bayrağımın oranı aynı değildir ve bu benim için şahlanış adına, uyanış adına çok önemlidir.
ülkücü.org: Neydi yüzbinleri Tandoğan Meydanı’na dolduran?
R.D. Yüzbinleri Tandoğan Meydanına dolduran şey; Türk milliyetçilerinin Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in önderliğinde teşkilatlanmanın yani Türkçülüğün sesi olmanın yansımasıdır.
Türk Milliyetçileri bugüne kadar bu değerleri savunmasaydı o yüz binler Tandoğan Meydanını doldurabilecekler miydi?
ülkücü.org: 14 Nisan’da sivil irade üzerine düşen görevi yerine getirmiştir diyebilir miyiz?
R.D. - 14 Nisan’daki miting; Cumhuriyet tarihimizin en büyük mitingidir. 14 Nisan Tandoğan mitingi milletimizi ulusalcılık, üniter devlet kalma yolunda birlik ve beraberlik olma yolunda gerçekleştirilen bir büyük şahlanıştır. Bu mitingi Çağlayan’daki miting takip etmiştir.
Ya Atatürkçü Düşünce Derneği üzerindeki iddiaların, mitinge destek veren bazı çevrelerin varlığı karşısında rahatsızlık duyup gitmeyenler orada olsaydı ne olurdu?
Ama gariptir ki, bebek katili eşkıya başına “sayın”, Türk askerine “kelle” diyen RTE, bu mitinge katılanlara da “bindirilmiş kıtalar” tanımlaması yapabilmiştir. Üzerine düşen görevi yerine getiremeyince de Genelkurmay’ın gece yarısı mesajı yayınlanmıştır.
ülkücü.org: Mitingden sonra eski ordu komutanı Hurşit Tolon, “ Bu iş oldu” dedi. Sizce neydi olan?
R.D. – Hurşit Paşa, bu net ifadesi ile Türk milletinin uyanışını dillendirmiştir. Tepkisiz bir toplumdan çığ gibi büyüyen tepkili toplum olmak Türkiye için büyük bir dönüm noktasıdır.
ülkücü.org: 14 Nisan Cumhuriyet Mitingi ne mesaj verdi?
R. D. - Tandoğan, akabinde Çağlayan mitingleri, Türk milletinin gerektiğinde tek ses olabileceği mesajıdır. Siyasi iktidara da ciddi bir uyarıdır.
ülkücü.org: Peki, Tandoğan Meydanı’ndaki yüzbinler sizce bundan sonraki süreci nasıl etkiler?
R. D. – Tandoğan Meydanındaki miting, Çağlayan Mitingini ve bundan sonra yapılacakların daha da katlanarak kalabalıklaşacağının ifadesidir.
Bana göre siyasi iktidar önemsemese de bundan sonra Türk milletinin uyanışı gerçekleşmiştir. Bugünkü iktidar, icraatlarında artık Türk milletinin de tepkisini göz önüne almak zorunda kalacaktır.
ülkücü.org: Maalesef ki; Türk milleti ne kadar direnmeye çalışsa da milletimiz üzerinde karamsar bir ruh hali, çaresizlik içinde bir acziyet durumu yaratılmaya çalışılıyor.
Aynı şekilde sizinde tabirinizle rüyaları bile olmayan bir gençlik meydana getirilmekte. Acaba Türk milletinin yaşadığı bu buhranda Türk aydının da payı var mı?
R. D. – Türkiye’nin en büyük sorunu aydını ile… Türk insanı ile aydını (!) aynı dile nedense bir türlü konuşamadı. Bu durum günümüze kadar devam etti.
Düşünün bir kere kentin aydınları; bilim adamlarıdır, akademisyenlerdir. Köyün aydınları da eğitimciler yani öğretmenlerdir.
Sadece aydınlar toplumdan kopmamıştır. Eğitimciler de aynı durumdadır. Geçmişte köyde imece usulü ile kalkınma seferberliği yapan öğretmenler şimdi görev yaptıkları köylerde, beldelerde oturmazken bunun öncülüğünü de Milli Eğitim sistemini darmadağın eden politikacılar yapmıştır.
Bir 70 kilometre uygulaması çıkarılmış; bunun üzerine öğretmenler görev yaptığı yere araçla gidip gelir olmuştur. Böyle bir öğretmenin, öğrenciye vereceği eğitim ne derece sağlıklı olabilir ki? Öğretmen, sabah şehirden ya da ilçeden gelecek kasabaya derse girecek; öğrencileri eğitecek; akşam olunca da apar topar yeniden geldiği yere dönecek. Böyle bir mantığın eğitimi daha da kalitesizleştireceğini umarım politikacılar vakit geçirmeden anlarlar.
ülkücü.org: Yine bir yazınızda “ feryat ediyorum bir kere daha gençliğim elden gidiyor…” diyorsunuz.
Oysa birçok kişiye göre bu ülkede gençliğin yozlaşmasında tek sorumlu “Kurtlar Vadisi” idi. O da uzun bir süre yayınlanmadı. Fakat gördük ki gençliğin problemleri çözülmedi.
Sizce asıl problem nereden kaynaklanmakta, bu konuda sizce ne tür çözüm yolları üretilmeli?
R.D. - Kurtlar Vadisi dizisinde kan revan görüntülerin doğru olmadığı konusunda herkes hemfikir. Senaryo biraz daha az kanlı olsaydı elbet daha güzel olurdu. Ancak bu dizi; hamurunda Türklük şuuru olan gençlik için yol gösterici olmuştur. Bu dizi, en başta vatanseverlik aşılamıştır.
Bu dizi üzerindeki kötü propagandalar, medyanın ürünüdür. Medyada izlenirlik savaşları uğruna onca istismar varken yozlaşmada sadece bir diziye yüklenmek isteyenlere kargalar bile güler.
Gençliğin problemlerinin çözüm yolları tektir. O da Türk’ün bedenine uymayan eğitim sistemidir.
Düşünün bir kere onca ağırlık verilerek anlatılacak konu ya da konular varken hiç de gerçekle alakası olmayan abartılı savaş masalları anlatmak ya da biyoloji dersinde amipin durumunu uzun uzun nakletmek kime ne yarar getirir?
Ben hem lise hem de eğitim enstitüsü yıllarında özellikle tarih ve edebiyat ders kitaplarının aralarındaki okuma bölümü yani kıssadan hisse ya bir ünlü kişinin tanıtımı ya da bir önemli konu üzerinde örneklerle anlatımın es geçilmesini yıllar geçti hala çözebilmiş değilim.
Amipin kaç parçaya bölündüğünü anlatanlar; dünyada olup bitenleri tüm gerçekleri ile anlatmalıydılar.
Evet bana göre Türkiye’nin asıl problemi, eğitim sisteminin bünyemize uymamasından kaynaklanmaktadır.
Türk’ün bedenine uygun bir eğitim sistemli çok kısa bir sürede acilen uygulamaya konulmalıdır. Okullarımız bu düzenlemelerle yeniden geleceğimize ışık tutacak irfan yuvaları haline getirilmelidir. Elbette bunun için de Türk gibi yaşayan Türk gibi düşünen, Türkoğlu Türk eğitimcilere ihtiyaç vardır.
ülkücü.org: Her halde Türkiye içeriden ve dışarıdan hiç bu kadar kuşatılmamıştı. Sizce Türkiye içine hapsedilmeye çalışılan bu kıskacın içinden nasıl kurtulur?
R.D. - Türk, uyan diyorum ve Başhaham Reichhorn’un 1869 senesinde Prag’da Hahambaşı Simeon-Ben-Yhuda’nın mezarı başındaki zehir saçan açıklamasını Yüce Türk Milletinin istikbalinin ışıkları olan ülkücü gençliğimin dikkatlerine sunuyorum:
* **
…Biz İsrael hükemâsı, Allah’ın bize vaat ettiği dünya hakimiyetine doğru kaydettiğimiz terakkiyi ve Hıristiyanlara karşı kazandığımız zaferleri gözden geçirmek üzere, her 100 senede bir, şûra halinde toplanmayı itiyat edinmişizdir. Bu sene bizim muhterem Simeon-Ben-Yhuda’nın mezarı başında toplanan bizler geçen asrın bizi hedefimize yaklaştırdığını ve ona ulaşmamızın çok yakın olduğunu iftihar ile temin edebiliriz. Altun her zaman mukavemet edilmez bir kuvvettir, hep de öyle kalacaktır. Mütehassıs ellerin kullandığı altun, ona sahip olanlar için en faydalı bir manivela olacak ve ondan mahrum kalanları imrendirecektir. Altun’la en doğru (müstakim) vicdanlar satın alınır. Kıymetlerin bedelleri, bütün mahsullerin rayiçleri tesbit olunur. Akdedecekleri istikrazlar temin edilmek suretiyle devletlere tahakküm edilir. Başlıca bankalar, bütün dünyanın borsaları, bütün hükümetlerin kredileri bugün elimizde bulunuyor. Büyük kuvvetlerden birisi de basındır. Basın, istenilen herhangi bir fikri tekrar ede ede nihayet doğru imiş gibi kabul ettirir. Tiyatrolar da buna benzer hizmetler görür. Her tarafta (matbuat) basın ve tiyatrolar bizim direktiflerimize boyun eğerler.
Demokrat rejimi durmadan övmek suretiyle Hıristiyanların siyasi partilere ayıracak, milli birliklerini yok edecek, aralarına nifak sokacağız. Onlar nihayet aciz kalacaklar ve daima müttehit ve davamıza sadık olan bankalarımızın kanununa boyun eğeceklerdir.
Müslümanların gurur ve hamahatlarını (bönlüklerini) istismar ederek harplere sürükleyeceğiz. Onlar birbirlerini boğazlıyarak bizimkilere yer açacaklardır. Toprağa sahip olmak daima nüfuz ve kudret doğurmuştur. İçtimai adalet ve musavvat namına büyük çiftlikleri parçalayacağız. Bu parçaladığımız toprakları candan dileyecek olan köylüler, az sonra işletme hesabına borçlanacaklar ve sermayelerimizin esiri olacaklardır. Büyük malikhaneler sahibi olmak sırası bize gelecek ve toprağa sahip olmak bize, iktidar mevkiini temin edecektir. Piyasada altun’un yerine kağıt parayı geçirmeye çalışalım. Altun’u kasalarımıza çektikten sonra kağıda kıymet verecek de biz olacağımıza göre bütün hayata hakim olacağız demektir. İçimizde kendini vecd içinde göstererek halkı inandırmaya muktedir kimseler vardır. Bunları insan nevinin saadetini gerçekleştirecek değişiklikleri anlatmak vazifesiyle kavimlerin arasına saldıracağız. Altunla ve müdahale yoluyla er geç Hıristiyan-Müslüman sermayedarları yıkacak olan proletoryayı kazanacağız. İşçilere rüyalarında bile göremeyecekleri ücretler vaat edeceğiz. Fakat bir taraftan da zaruri hacetlerin fiyatlarını yükseltmek suretiyle daha büyük faydalar sağlayacağız. Bu suretle bizzat kendilerine yaptıracağımız ihtilalleri hazırlayacağız ve bu ihtilallerin meyvalarını biz devşireceğiz. İstihzalarımızla, hücumlarımızla, Müslümanları önce gülünç, sonra da iğrenç bir hale getireceğiz. Dinlerini de o kadar gülünç ve o kadar iğrenç bir kılığa sokacağız. Çünkü bizim dinimize, ibadetimize sıkı bağlılığımız onlara üstünlüğümüzü, ruhlarımızın üstünlüğünü isbat edecektir. Bütün önemli yerlere, sahalara adamlarımızı yerleştirmiş bulunuyoruz.
Musevi olmayanlara avukat ve doktor tedarikine çalışalım. Avukatlar bütün ilkeleri bilirler. Doktorlar, bir eve girdiler mi, artık onlar o evin sırdaşları ve vicdanların güdücüleri olurlar. Fakat bilhassa eğitimi istismar edelim. Böylelikle bize faydalı olan fikirleri yaymış ve dimağları istediğimiz kalıba dökmüş oluruz. Eğer bizimkilerden herhangi biri adaletin pençesine düşmek bedtbahlığına uğrarsa yardımına koşalım ve onu hakimlerin -bizzat kendimiz hakim olmamamıza intizaren- ellerinden kurtarabilecek kadar şahit bulalım. Hıristiyanların mağrur ve muhteris hükümdarları süse boğulmuşlardır. Bir çokda orduları vardır. Biz onların çılgınlıklarının dilediği her şeyi tedarik edebilmelerine el verecek parayı temin edeceğiz ve böylelikle yularlarını elimize alacağız.
Erkeklerimizin Müslüman-Hıristiyan kızlarıyla evlenmelerine mani olmaktan sakınalım. Çünkü biz o kızlar vasıtasıyla en kapalı mahfillere gireceğiz. Kızlarımızın Musevi olmayanlarla evlenmeleri de bize daha az faydalı olmayacaktır. Çünkü Yahudi bir anadan doğan çocuklar bizimdir. Müslüman kadınların dinlerinin usul ve ameline bağlılıklarını gevşetmek için serbest izdivaç fikrini (fahişeliği) yayalım. Muhakkar ve mazlum İsrael oğulları, yüzyıllardan beri iktidara doğru bir yol açmağa çalıştılar. Artık hedefe varmak üzeredirler. Şimdi onlar mel’un Hıristiyanların iktisadi hayatlarını kontrolleri altına almış, siyaset ve örf üzerinde büyük tesirler gösterecek hale gelmişlerdir.”
Evet; içeriden ve dışarıdan bu kadar çok kuşatılan Türkiye’nin bu kıskaçtan kurtulmasının çaresi; Türk’ün değerlerine öncelik veren bir hayat ile mümkündür.
Türk’ün tarihini, geçmişte ilkokul diploması bile olmayan sözde tarihçilere yazdıranlardan ne çabuk kurtulur; kendini aydın görenler ne zaman kendi kendileriyle barışık olurlarsa kurtuluş meşalesi rahat rahat yanar.
Bir kere daha Türk milletinin kütüphanesi olan ülkücü.org’a el veren Türk milliyetçilere teşekkür ediyor; NE MUTLU TÜRK’ÜM diyenlerin el ele, gönül gönüle nerede olurlarsa olsunlar birbirlerinden haberdar olmalarını diliyorum.
Unutulmasın ki, Türk Milletinin kurtuluşu milliyetçilerin birbirleriyle tek yumruk olmasından geçiyor.
Kaynak:ulkucu.org.tr
Bir gazeteci aksakal..
Türkiye’nin en büyük sorunu aydını ile… Türk insanı ile aydını (!) aynı dile nedense bir türlü konuşamadı. Bu durum günümüze kadar devam etti.
Tandoğan ve Çağlayan mitingleri, Türk milletinin gerektiğinde tek ses olabileceği mesajıdır
Öncelikle sitemizin değerli kalemlerinden biri olan Ramazan DURMUŞ’un kim olduğu konusunda sizleri bilgilendirdikten sonra Ramazan Bey’in ülkemizi yakından ilgilendiren konulardaki nokta tespitleri, olaylara karşı milli bakışı, üstü örtülmeye çalışılan konulardaki açık, net ve değerli görüşleriyle sizleri baş başa bırakmak istiyorum. Ve kesinlikle Başhaham Reichhorn’un 1869 senesinde Prag’da Hahambaşı Simeon-Ben-Yhuda’nın mezarı başındaki açıklamasının Türk milleti tarafından defalarca okunmasını tavsiye ediyorum. Bu metni bilgimize sunmasından ötürü de bütün Türk milliyetçileri adına Ramazan Bey’e teşekkürü bir borç biliyorum.
* * *
Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat Kasabası’nda 1953 yılında dünyaya gelmiş.
İlköğretimi köyünde, ortaokulu Doğanşehir’de, liseyi Malatya’da okuduktan sonra ailesinin göç etmesi sebebiyle Ankara’ya gelmiş. Yüksek öğrenimini, gazetecilik mesleğinin ilk yıllarını sürdürürken Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü’nde yapmış.
Gazeteciliğe 1972 yılında Ankara’da yayınlanan İş Alemi isimli mahalli gazetede başlayıp Odacı olarak başladığı ve daha sonra ismi değiştirilen Ankara İktisat Gazetesi’nden 1978 yılında yazı işleri sayfa sekreteri olarak ayrılmış. Kısa bir dönem Memleket Gazetesi’nde çalıştıktan sonra, Flaş Ankara Gazetesi’nde Yazı İşleri Müdürü olarak gazete yöneticiliğinde tecrübe yılları devam etmiş.
1981 yılı Temmuzunda kısa dönem askerliğini İstanbul’da Tuzla Piyade Okulu’nda tamamladıktan sonra Flaş Ankara Gazetesi’ndeki görevine dönmüş. Ancak gazeteden kısa bir süre sonra ayrılmış.
Bir süre Adalet Gazetesi’nde Yazıişleri Müdürlüğü görevinde bulunduktan sonra Günaydın’lı yılları başlamış. Günaydın Gazetesi’nin İç Anadolu, Karadeniz ve Güney Anadolu Yazı İşleri Sorumlusu olarak çalıştımış.
1987 yılında bir süre Sabah Gazetesi’nin Ankara Bürosunda çalıştıktan sonra yayın hayatı 49 gün devam eden Yeni Haber Gazetesi’nin Ankara Bürosunda Yazıişleri Sorumlusu olmuş. Gazete kapanınca 6 ay sonra yeniden Günaydın Grubu’na dönmüş.
Ankara’da Günaydın Grubuna bağlı Ulus Gazetesi’nin Spor Şefliği görevini yürütürken, 1987 yılı Eylül’ünde Günaydın Gazetesi Adana Bürosunun Yazı İşleri Temsilciliği görevine atanmış. 1993 yılına kadar Adana’da görev yaparken Basında yaşanan kriz sebebiyle yeniden Ankara’ya dönmüş.
Basında geri kalan yıllarında birçok gazetede basının üzerindeki ekonomik sıkıntıların ve tekelleşmenin baskısı altında Ankara’daki mahalli gazetelerde Yazı İşleri Müdürlüğü ve İngilizce olarak yayınlanan 8. Gün ve Haber Ajansı The Pres Dıgest’in Yayın Koordinatörlüğü görevinde bulunmuş. Daha sonra Ankara’da özel bir hastanenin haftalık olarak yayınlanan gazetesinde Genel Yayın Müdürlüğü görevinde devam etmiş. Bir süre Ankara’da haftalık yayınlanan GÜRSES Gazetesi’nin Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürlüğü görevini yürütümüştür.
Emekli ve sürekli basın kartı sahibi. 3 kız çocuğu babasıdır. Şu an ise
Kendi tabiriyle; “Türk milliyetçilerinin kütüphanesi, ülkücülerin akademik dünyası” www.ulkucu.org sitesinde tarihe not düşmeye devam etmektedir.
Ayrıca Ankara merkezli yayınlanan ANAYURT Gazetesi’nde de Koordinatör Spor Müdürü olarak görevini sürdürmektedir.
* * *
ülkücü.org: Yazılarınıza baktığımızda genel itibariyle karamsar bir havanın hakim olduğunu görüyoruz. Hatta bir yazınızda “Türkiye’nin 45 yıllık tarihine şahitlik yapan biri olarak şu anda geldiğimiz durum bana 1980 öncesinden de ürkütücü geliyor” diyorsunuz.
Sizi şu an Türkiye’de daha çok ürküten;
Mevcut siyasi iradenin Türkiye adına Türkiye aleyhine çıkarmış olduğu yasaların gelecek günlerdeki yansımaları mı?
Yoksa merkezi dış mihraklı olup içimizdeki işbirlikçileri sayesinde her cepheden ablukaya alınan, iç çatışma ve bölünme tehlikesi yaşayan Türkiye mi?
R.D. - Yazılarımda karamsarlığımın farkındayım ama ben hayatta hiç karamsar olmadım. Zaten karamsar olsam herhangi bir yazı da yazmam. Kimseye bir mesajım da olmaz.
Yazılarımda karamsarlıktan çok isyankârlık var, feryat var. Bu isyankârlık ve feryat da Türk milletinin yaşadığı sıkıntılaradır, sahipsizliğinedir.
Gelen gideni aratır misali Türkiye’nin 45 yılını gözlerimin önüne getirdiğimde en başta 60’lı yıllardaki eğitim sistemini özlüyorum. O günün büyükleri eleştirse de bugünü yaşayan bizleriz. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta da bu böyle…
Gelen gideni aratır olmuş… O yıllarda “Ben öğretmen olacağım, ben asker olacağım” derken bir büyük hayalin gerçeğe dönüşmesindeki kararlılığı hiç kimse inkar edemez.
İşte kendimden örnek vereyim; hem öğretmen hem gazeteci olacağım diye hayaller kurmuştum. Hayal ettiğim bu mesleklerden birini yıllardır sürdürüyorum. Diğerini yani öğretmenliği de, Milli Eğitimin Türk milliyetçilere zulüm yaptığı dönemlerde mezun olduğum için maalesef yapamadım. Aldığım diploma tesellim oldu!
Ya bugün? Gençliğim ne durumda; umursayan var mı?
Hamasi nutuklar atılıyor; geleceğimizin teminatı çocuklarımız deniyor. Vallahi de billahi de bu nutuk atanlar yalan söylüyorlar.
Türk milletinin geleceğinden söz edenler öncelikle ve öncelikle yozlaşan eğitimin ürünleri olan dershanelerin sağına soluna serpiştirilen hapçıların, alkoliklerin, adresi cafe ve barları çıkarıp atsınlar. Tümör, körpe beyinleri sarmadan Türk’ü yönettiğini iddia edenler uyansınlar!
İşte o zaman ben gelecekten ümitli olayım!
Tekrar ediyorum; beni ürküten en büyük olay kimliksizleştirilen Türk gençliğidir!
Elbette kimliksizleştirilen Türk gençliğinde mevcut iktidar kadar diğerlerinin de vebali vardır. Ama mutlu azınlık okullarına bakarak Türk gençliğinin ufkunu açık görenler; onları karşılarına alıp bir konuşsunlar bakalım! Hangi ahlaki değerlerden söz edecekler…
Mevcut siyasi iradenin Türkiye adına Türkiye aleyhine çıkarmış olduğu yasaların aziz milletimin geleceğine ipotek olduğunu kim inkar edebilir ki? Osmanlı Devleti’nin son dönemi acziyettir. Sonu da Duyunu Umumiye olmuştur.
Bugün Türkiye’yi idare ettiğini söyleyenler ekonomik ve politik geleceğimizi ipotek altına aldırdıklarının da farkında değiller.
Cengiz Aytmatov; Türk’ün özünü unutmasını, MANKURT ile çok iyi anlatmıştır. Bugün genç beyinler ki, onlara geleceğimizin teminatı deniyor birer MANKURT değil midirler?
Bunun sebebi de elbette ki, Türk milletinin üzerinden elini hiç çekmeyen dış mihraklardır; onların işbirlikçileridir.
İç çatışma ve bölünme tehlikesinden söz ediyorsunuz, ancak ben Türkiye’de bir iç çatışma da, bölünme tehlikesi de beklemiyorum; böyle bir endişem yok. Çünkü bu millet dualıdır, bu millet Yüce Allah’ın övgüsüne layık görülen bir millettir. Bu millet, geçmişte olduğu gibi yine kenetlenmesini bilecektir. Elbette bu kenetlenme için de Türk milletinin önderi olmayı hak eden lidere ihtiyacımız vardır.
İşte Tandoğan, işte Çağlayan…
ülkücü.org: Yine yazılarınızda en çok üzerinde durduğunuz konulardan biri, yabancılara toprak satışı meselesi.
Bu konuyla ilgili olarak geçtiğimiz günlerde MEB Hüseyin Çelik’in, “Toprak satmaktan korkmayın” şeklinde bir açıklaması oldu. Ayrıca toprak satışı konusunda bazı çevreler, Avrupa’da 2.7 milyon insanımızın iş sahibi, ev sahibi olduğu ama Avrupa’nın bundan hiç rahatsızlık duymadığını ifade ediyor.
Siz, bir aydın olarak toprak satışını, Türkiye’nin gelecek yıllardaki güvenliği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
R.D. Yabancılara toprak satışı üzerinde Türk’üm, Milliyetçiyim, Ülkücüyüm diyen herkes duruyor ki, ben de duruyorum. Toprak namusumdur.
Yabancılara toprak satışı üzerinde çok duruyorum. Çünkü Türkiye’yi yönettiğini iddia eden AKP iktidarı da ürküp Hatay’da toprak satışını durdurmadı mı?
Demek ki toprak satışında tehlike var. Toprağı satmak, vatanı satmaktan farksızdır. Bakın Türk Telekom yabancılara satıldı; hem de beğenilmeyen 57. hükümetin 45 milyar dolara satmadığı Telekom 6.5 milyar dolara satıldı. Bu milli kuruluşun satışı yabancı patronlara bu toprağın üstü kadar altında da işlem yapma hakkı vermedi mi?
Unutmayın ki, yıllardan beri yabancı kazı ekipleri Türkiye’yi karış karış kazıyor; ama ne bulduklarını sadece kendileri biliyor.
Bizde tapular tezgaha düşerken, Kuzey Irak’ta yani Yahudi Kürdistan’ında bile sadece yatırım yapana toprak alma hakkı tanınıyor!
Ya Türkiye’de nasıl bir uygulama yapılıyor. Sadece körü körüne satış… Gerçek şu ki Türkiye’de 81 ilimizin tamamına yakınında yabancılara toprak satışı maalesef yapılmıştır, yapılmaktadır. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü kayıtları, 70 ilde toprak satışının yapıldığını gösteriyor ki bu rakam korkunçtur.
Unutmayın ki, Filistinliler bugün sattıkları ata topraklarında huzur içinde değillerse bunun nedeni sattıkları o toprakların isyanıdır. Toprağına ihanet eden Filistinli bugün Ortadoğu’nun jandarması İsrail’in zulmü altındadır!
AKP iktidarı tüm bu gerçeklere karşın yabancılara mülk satışını sınırsız olarak serbest bırakmıştır.
Evet; ecdat kanı ile sulanan bu vatan topraklarının satışı beni çok üzüyor.
Muhammed İkbal’in çıktığı uçak yolculuğunda Türkiye’nin üzerinden geçerken oturduğu uçak koltuğundan hızla ayağa kalkarak saygı duruşunda bulunur gibi durmasının sırrını umuyorum bu vatanı parsel parsel satanlar bir gün anlayacaklardır!
Biliyorsunuz ki İkbal bu hareketini aşağıda yüzbinlerce kefensiz yatan şehitlerimize saygı için yapmıştır. Böyle bir kutsal toprağın üzerinde oturma lüksünü kendinde görmemiştir.
Bir de bugünkü nesile bak!
“Bayrakları Bayrak Yapan Üstündeki Kandır.
Toprak uğrunda ölen varsa VATAN'dır.
Kime söylenmiş?
Bir de bugüne bir bakın… Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Bakanı ki, ekonomiden sorumlu bir bakan olsa bildiğini söylüyor diyeceğim ama Sayın Çelik’in satılan vatan toprakları için asla fetva vermemesi lazım. Ama o gidiyor; sınır kentlerinde toprak satışının ne de doğru (!) şey olduğunu anlatıyor. Bir Bakanın, hem de Milli Eğitim’i yöneten bir Bakanın bu durumu ibret vericidir.
ülkücü.org: Türkiye’nin bir diğer önemli meselelerinden biri olan özelleştirme konusunu ele aldığımızda görüyoruz ki;
Yabancı şirketler daha çok haberleşme, bankacılık vs. üretime değil tüketime yönelik kurumları tercih ediyor. Bununla birlikte son 4 yılda yabancı sermayenin piyasalarda oranının da %67’ye ulaştığını biliyoruz.
Bütün bunları değerlendirdiğimizde bir sonraki dönem itibariyle Türk ekonomisi adına ne anlama geliyor?
R.D. Olayı biraz basitleştirir isek yerel yönetimlerin yani belediyelerin bir uygulamasından söz edeyim. Malum; parasız kalan belediye başkanları İller Bankası denen faizci kurumun yüksek faiz sarmalına düşmemek için son çare sağda solda bulunan gayrimenkul fazlasını satar.
Öyle ya işi günü kurtarmak değil mi?
Sonra bu başkan gider, yenisi gelir. Yeni gelenin ilk söylediği şey, gidenin sattıklarına feryadıdır.
Şimdi özelleştirmeye iki yönlü bakmak lazım. Türk insanının faydasına olacak özelleştirmelerden kimse kaçmaz, kaçmıyor da… Tıpkı bir zamanlar insanımızın ürettiği tütünü kendisinin tüketememesi gibi! Bir tabaka tütün yakalatanın cezasını 50’li yaşlarda olanlar çok iyi bilir!
Ya da ayakkabı, tuz, gaz, bez üretimi… Türkiye Cumhuriyeti’nin devletçi yapısı içinde geçmişte bu hizmetlerin devlet eliyle üretilmesi mecburiyet olmuştur. Ama Yüce Önderimiz Atatürk bunları yaparken O’ndan sonraki iktidarlar da farklı boyutlara geçme cesaretini gösterememişlerdir. Sonuçta ayakkabı üreten, bez üreten, kumaş üreten devlet kurumları siyasetçilerin elinden birer arpalık olmuş; ürettiklerini pahalıya mal ederek vatandaşa da yüksek fiyattan satar olmuşlardır.
Böyle kurumların özelleştirilmesi kadar tabii bir şey olamaz. Ancak bir de stratejik hizmetler vardır ki; bunlar telefondur, doğalgazdır, petrol rafinerileridir.
İşte AKP iktidarı özelleştirme şampiyonu olacağım diye ha bire satacağım da satacağım politikasını devam ettirmektedir.
Yabancılar tüketime dönük özelleştirmeler karşısında iştahını kabartırken Türk bankalarının özelleştirilmesine dikkat çekmek istiyorum. Bana göre bankaların özelleştirilmesi, hele hele yabancılara satışı çok büyük günahtır. Bu günahı da işleyenleri Türk milleti çok iyi bilmektedir.
ülkücü.org: Yabancılaşma konusunda ülkemizin en büyük problemlerinden biri de hiç kuşku yok ki, her geçen gün sermayesi biraz daha yabancılaşan Türk milletinden ve değerlerinden biraz daha uzaklaşan televizyon ve gazeteler.
Ama 14 Nisan’da gördük ki herşeye rağmen ülkemizde bir dip dalgası oluşmuş siz bunu neye bağlıyorsunuz?
R.D. Türk milletinden ve değerlerinden uzak görsel ve yazılı basının durumu içler acısıdır. Okunurluk ya da izlenirlik uğruna oynamadıkları değerimiz kalmamıştır. Bu millet, yabancı seks dergilerindeki çıplak bayan resimlerini muhabirlerinin önüne getirip haydi buna iyi bir asparagas haber yaz diyenleri ne yazık ki el üstünde tutmuştur.
Türk medyası hiçbir zaman millî olmamıştır ama bugünkü tekelleşmenin önderleri geçmişteki patronları da aratır olmuşlardır.
Şüphesiz bunda en büyük günah, 12 Eylül ihtilalindedir. İhtilal, birçok değeri silip attığı gibi basın mensuplarının haklarının da ellerinden alınması sonucu örgütleri sadece kağıt üzerinde kalmıştır. Cemiyetler ya da sendikalar hiçbir işlev yerine getirmemişler; düzene uymuşlardır. Sonuçta da beğensek de beğenmesek de bizim olan gazeteciler, televizyoncular şimdi karnını doyurmak adına bir yerlerde rızık peşinde koşmaktadırlar.
Türk milliyetçiliği adına bir gazete ya da televizyon ise en büyük yaramızdır. Şu dönemde yavaş yavaş başlayan kıpırdanmalar aslında yeterli değildir. Yeniçağ TV, Ata TV, Bengü TV, ART ve diğerleri; bütünleşmek ve Edirne’den Kars’a, Samsun’dan Antalya’ya dalga dalga yayılmak zorundadır. Bunun için de Türk milletini düşündüğünü söyleyen her medya mensubunun birlik olma adına bir araya gelmesi şarttır. Bunu mutlaka gerçekleştirmek zorundayız.
Milli bir ses olabilecek bir gazete, ya da bir ya da birkaç televizyon; 14 Nisan’daki 1 milyon olduğu söylenen insan selinden daha fazla insanımızı millî şahlanışa yönlendirecektir.
Mesela böyle bir şahlanışı ben çok iyi hatırlıyorum. Cennet mekan Gün Sazak’ın şahadetinin ardından Ankara’daki o heyecanlı kalabalığı ya da Başbuğun ardından o müthiş soğuğa rağmen ayrılamayanları uzun uzun anlatmama gerek var mı?
1976’da 1 milyona yakın Türk milliyetçisinin Ankara’da gerçekleştirdiği protesto buluşması da asla hafızalardan silinmesin.
14 Nisan’da Ankara Tandoğan Meydanını dolduran büyük kalabalık, ifadenizle “bir dip dalgası” değil; Türk milliyetçilerinin yıllardır haykırdıkları doğruların kabul edilirliğini görenlerin uyanışıdır.
VATAN, TOPRAK, BAYRAK dedikçe biz Türk milliyetçilerini, Türkiye sevdalılarını oraya ya da buraya yamayanlar, Türk milletini sevmeyi günah olarak görenler, Tandoğan’da da Çağlayan’da da haklılığımızı görmüşlerdir.
14 yıldan bu yana ikamet ettiğim Küçükesat’ta geçmişte balkonlardan dalgalandırılan ay-yıldızlı bayrağımla bugün dalgalandırılan bayrağımın oranı aynı değildir ve bu benim için şahlanış adına, uyanış adına çok önemlidir.
ülkücü.org: Neydi yüzbinleri Tandoğan Meydanı’na dolduran?
R.D. Yüzbinleri Tandoğan Meydanına dolduran şey; Türk milliyetçilerinin Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in önderliğinde teşkilatlanmanın yani Türkçülüğün sesi olmanın yansımasıdır.
Türk Milliyetçileri bugüne kadar bu değerleri savunmasaydı o yüz binler Tandoğan Meydanını doldurabilecekler miydi?
ülkücü.org: 14 Nisan’da sivil irade üzerine düşen görevi yerine getirmiştir diyebilir miyiz?
R.D. - 14 Nisan’daki miting; Cumhuriyet tarihimizin en büyük mitingidir. 14 Nisan Tandoğan mitingi milletimizi ulusalcılık, üniter devlet kalma yolunda birlik ve beraberlik olma yolunda gerçekleştirilen bir büyük şahlanıştır. Bu mitingi Çağlayan’daki miting takip etmiştir.
Ya Atatürkçü Düşünce Derneği üzerindeki iddiaların, mitinge destek veren bazı çevrelerin varlığı karşısında rahatsızlık duyup gitmeyenler orada olsaydı ne olurdu?
Ama gariptir ki, bebek katili eşkıya başına “sayın”, Türk askerine “kelle” diyen RTE, bu mitinge katılanlara da “bindirilmiş kıtalar” tanımlaması yapabilmiştir. Üzerine düşen görevi yerine getiremeyince de Genelkurmay’ın gece yarısı mesajı yayınlanmıştır.
ülkücü.org: Mitingden sonra eski ordu komutanı Hurşit Tolon, “ Bu iş oldu” dedi. Sizce neydi olan?
R.D. – Hurşit Paşa, bu net ifadesi ile Türk milletinin uyanışını dillendirmiştir. Tepkisiz bir toplumdan çığ gibi büyüyen tepkili toplum olmak Türkiye için büyük bir dönüm noktasıdır.
ülkücü.org: 14 Nisan Cumhuriyet Mitingi ne mesaj verdi?
R. D. - Tandoğan, akabinde Çağlayan mitingleri, Türk milletinin gerektiğinde tek ses olabileceği mesajıdır. Siyasi iktidara da ciddi bir uyarıdır.
ülkücü.org: Peki, Tandoğan Meydanı’ndaki yüzbinler sizce bundan sonraki süreci nasıl etkiler?
R. D. – Tandoğan Meydanındaki miting, Çağlayan Mitingini ve bundan sonra yapılacakların daha da katlanarak kalabalıklaşacağının ifadesidir.
Bana göre siyasi iktidar önemsemese de bundan sonra Türk milletinin uyanışı gerçekleşmiştir. Bugünkü iktidar, icraatlarında artık Türk milletinin de tepkisini göz önüne almak zorunda kalacaktır.
ülkücü.org: Maalesef ki; Türk milleti ne kadar direnmeye çalışsa da milletimiz üzerinde karamsar bir ruh hali, çaresizlik içinde bir acziyet durumu yaratılmaya çalışılıyor.
Aynı şekilde sizinde tabirinizle rüyaları bile olmayan bir gençlik meydana getirilmekte. Acaba Türk milletinin yaşadığı bu buhranda Türk aydının da payı var mı?
R. D. – Türkiye’nin en büyük sorunu aydını ile… Türk insanı ile aydını (!) aynı dile nedense bir türlü konuşamadı. Bu durum günümüze kadar devam etti.
Düşünün bir kere kentin aydınları; bilim adamlarıdır, akademisyenlerdir. Köyün aydınları da eğitimciler yani öğretmenlerdir.
Sadece aydınlar toplumdan kopmamıştır. Eğitimciler de aynı durumdadır. Geçmişte köyde imece usulü ile kalkınma seferberliği yapan öğretmenler şimdi görev yaptıkları köylerde, beldelerde oturmazken bunun öncülüğünü de Milli Eğitim sistemini darmadağın eden politikacılar yapmıştır.
Bir 70 kilometre uygulaması çıkarılmış; bunun üzerine öğretmenler görev yaptığı yere araçla gidip gelir olmuştur. Böyle bir öğretmenin, öğrenciye vereceği eğitim ne derece sağlıklı olabilir ki? Öğretmen, sabah şehirden ya da ilçeden gelecek kasabaya derse girecek; öğrencileri eğitecek; akşam olunca da apar topar yeniden geldiği yere dönecek. Böyle bir mantığın eğitimi daha da kalitesizleştireceğini umarım politikacılar vakit geçirmeden anlarlar.
ülkücü.org: Yine bir yazınızda “ feryat ediyorum bir kere daha gençliğim elden gidiyor…” diyorsunuz.
Oysa birçok kişiye göre bu ülkede gençliğin yozlaşmasında tek sorumlu “Kurtlar Vadisi” idi. O da uzun bir süre yayınlanmadı. Fakat gördük ki gençliğin problemleri çözülmedi.
Sizce asıl problem nereden kaynaklanmakta, bu konuda sizce ne tür çözüm yolları üretilmeli?
R.D. - Kurtlar Vadisi dizisinde kan revan görüntülerin doğru olmadığı konusunda herkes hemfikir. Senaryo biraz daha az kanlı olsaydı elbet daha güzel olurdu. Ancak bu dizi; hamurunda Türklük şuuru olan gençlik için yol gösterici olmuştur. Bu dizi, en başta vatanseverlik aşılamıştır.
Bu dizi üzerindeki kötü propagandalar, medyanın ürünüdür. Medyada izlenirlik savaşları uğruna onca istismar varken yozlaşmada sadece bir diziye yüklenmek isteyenlere kargalar bile güler.
Gençliğin problemlerinin çözüm yolları tektir. O da Türk’ün bedenine uymayan eğitim sistemidir.
Düşünün bir kere onca ağırlık verilerek anlatılacak konu ya da konular varken hiç de gerçekle alakası olmayan abartılı savaş masalları anlatmak ya da biyoloji dersinde amipin durumunu uzun uzun nakletmek kime ne yarar getirir?
Ben hem lise hem de eğitim enstitüsü yıllarında özellikle tarih ve edebiyat ders kitaplarının aralarındaki okuma bölümü yani kıssadan hisse ya bir ünlü kişinin tanıtımı ya da bir önemli konu üzerinde örneklerle anlatımın es geçilmesini yıllar geçti hala çözebilmiş değilim.
Amipin kaç parçaya bölündüğünü anlatanlar; dünyada olup bitenleri tüm gerçekleri ile anlatmalıydılar.
Evet bana göre Türkiye’nin asıl problemi, eğitim sisteminin bünyemize uymamasından kaynaklanmaktadır.
Türk’ün bedenine uygun bir eğitim sistemli çok kısa bir sürede acilen uygulamaya konulmalıdır. Okullarımız bu düzenlemelerle yeniden geleceğimize ışık tutacak irfan yuvaları haline getirilmelidir. Elbette bunun için de Türk gibi yaşayan Türk gibi düşünen, Türkoğlu Türk eğitimcilere ihtiyaç vardır.
ülkücü.org: Her halde Türkiye içeriden ve dışarıdan hiç bu kadar kuşatılmamıştı. Sizce Türkiye içine hapsedilmeye çalışılan bu kıskacın içinden nasıl kurtulur?
R.D. - Türk, uyan diyorum ve Başhaham Reichhorn’un 1869 senesinde Prag’da Hahambaşı Simeon-Ben-Yhuda’nın mezarı başındaki zehir saçan açıklamasını Yüce Türk Milletinin istikbalinin ışıkları olan ülkücü gençliğimin dikkatlerine sunuyorum:
* **
…Biz İsrael hükemâsı, Allah’ın bize vaat ettiği dünya hakimiyetine doğru kaydettiğimiz terakkiyi ve Hıristiyanlara karşı kazandığımız zaferleri gözden geçirmek üzere, her 100 senede bir, şûra halinde toplanmayı itiyat edinmişizdir. Bu sene bizim muhterem Simeon-Ben-Yhuda’nın mezarı başında toplanan bizler geçen asrın bizi hedefimize yaklaştırdığını ve ona ulaşmamızın çok yakın olduğunu iftihar ile temin edebiliriz. Altun her zaman mukavemet edilmez bir kuvvettir, hep de öyle kalacaktır. Mütehassıs ellerin kullandığı altun, ona sahip olanlar için en faydalı bir manivela olacak ve ondan mahrum kalanları imrendirecektir. Altun’la en doğru (müstakim) vicdanlar satın alınır. Kıymetlerin bedelleri, bütün mahsullerin rayiçleri tesbit olunur. Akdedecekleri istikrazlar temin edilmek suretiyle devletlere tahakküm edilir. Başlıca bankalar, bütün dünyanın borsaları, bütün hükümetlerin kredileri bugün elimizde bulunuyor. Büyük kuvvetlerden birisi de basındır. Basın, istenilen herhangi bir fikri tekrar ede ede nihayet doğru imiş gibi kabul ettirir. Tiyatrolar da buna benzer hizmetler görür. Her tarafta (matbuat) basın ve tiyatrolar bizim direktiflerimize boyun eğerler.
Demokrat rejimi durmadan övmek suretiyle Hıristiyanların siyasi partilere ayıracak, milli birliklerini yok edecek, aralarına nifak sokacağız. Onlar nihayet aciz kalacaklar ve daima müttehit ve davamıza sadık olan bankalarımızın kanununa boyun eğeceklerdir.
Müslümanların gurur ve hamahatlarını (bönlüklerini) istismar ederek harplere sürükleyeceğiz. Onlar birbirlerini boğazlıyarak bizimkilere yer açacaklardır. Toprağa sahip olmak daima nüfuz ve kudret doğurmuştur. İçtimai adalet ve musavvat namına büyük çiftlikleri parçalayacağız. Bu parçaladığımız toprakları candan dileyecek olan köylüler, az sonra işletme hesabına borçlanacaklar ve sermayelerimizin esiri olacaklardır. Büyük malikhaneler sahibi olmak sırası bize gelecek ve toprağa sahip olmak bize, iktidar mevkiini temin edecektir. Piyasada altun’un yerine kağıt parayı geçirmeye çalışalım. Altun’u kasalarımıza çektikten sonra kağıda kıymet verecek de biz olacağımıza göre bütün hayata hakim olacağız demektir. İçimizde kendini vecd içinde göstererek halkı inandırmaya muktedir kimseler vardır. Bunları insan nevinin saadetini gerçekleştirecek değişiklikleri anlatmak vazifesiyle kavimlerin arasına saldıracağız. Altunla ve müdahale yoluyla er geç Hıristiyan-Müslüman sermayedarları yıkacak olan proletoryayı kazanacağız. İşçilere rüyalarında bile göremeyecekleri ücretler vaat edeceğiz. Fakat bir taraftan da zaruri hacetlerin fiyatlarını yükseltmek suretiyle daha büyük faydalar sağlayacağız. Bu suretle bizzat kendilerine yaptıracağımız ihtilalleri hazırlayacağız ve bu ihtilallerin meyvalarını biz devşireceğiz. İstihzalarımızla, hücumlarımızla, Müslümanları önce gülünç, sonra da iğrenç bir hale getireceğiz. Dinlerini de o kadar gülünç ve o kadar iğrenç bir kılığa sokacağız. Çünkü bizim dinimize, ibadetimize sıkı bağlılığımız onlara üstünlüğümüzü, ruhlarımızın üstünlüğünü isbat edecektir. Bütün önemli yerlere, sahalara adamlarımızı yerleştirmiş bulunuyoruz.
Musevi olmayanlara avukat ve doktor tedarikine çalışalım. Avukatlar bütün ilkeleri bilirler. Doktorlar, bir eve girdiler mi, artık onlar o evin sırdaşları ve vicdanların güdücüleri olurlar. Fakat bilhassa eğitimi istismar edelim. Böylelikle bize faydalı olan fikirleri yaymış ve dimağları istediğimiz kalıba dökmüş oluruz. Eğer bizimkilerden herhangi biri adaletin pençesine düşmek bedtbahlığına uğrarsa yardımına koşalım ve onu hakimlerin -bizzat kendimiz hakim olmamamıza intizaren- ellerinden kurtarabilecek kadar şahit bulalım. Hıristiyanların mağrur ve muhteris hükümdarları süse boğulmuşlardır. Bir çokda orduları vardır. Biz onların çılgınlıklarının dilediği her şeyi tedarik edebilmelerine el verecek parayı temin edeceğiz ve böylelikle yularlarını elimize alacağız.
Erkeklerimizin Müslüman-Hıristiyan kızlarıyla evlenmelerine mani olmaktan sakınalım. Çünkü biz o kızlar vasıtasıyla en kapalı mahfillere gireceğiz. Kızlarımızın Musevi olmayanlarla evlenmeleri de bize daha az faydalı olmayacaktır. Çünkü Yahudi bir anadan doğan çocuklar bizimdir. Müslüman kadınların dinlerinin usul ve ameline bağlılıklarını gevşetmek için serbest izdivaç fikrini (fahişeliği) yayalım. Muhakkar ve mazlum İsrael oğulları, yüzyıllardan beri iktidara doğru bir yol açmağa çalıştılar. Artık hedefe varmak üzeredirler. Şimdi onlar mel’un Hıristiyanların iktisadi hayatlarını kontrolleri altına almış, siyaset ve örf üzerinde büyük tesirler gösterecek hale gelmişlerdir.”
Evet; içeriden ve dışarıdan bu kadar çok kuşatılan Türkiye’nin bu kıskaçtan kurtulmasının çaresi; Türk’ün değerlerine öncelik veren bir hayat ile mümkündür.
Türk’ün tarihini, geçmişte ilkokul diploması bile olmayan sözde tarihçilere yazdıranlardan ne çabuk kurtulur; kendini aydın görenler ne zaman kendi kendileriyle barışık olurlarsa kurtuluş meşalesi rahat rahat yanar.
Bir kere daha Türk milletinin kütüphanesi olan ülkücü.org’a el veren Türk milliyetçilere teşekkür ediyor; NE MUTLU TÜRK’ÜM diyenlerin el ele, gönül gönüle nerede olurlarsa olsunlar birbirlerinden haberdar olmalarını diliyorum.
Unutulmasın ki, Türk Milletinin kurtuluşu milliyetçilerin birbirleriyle tek yumruk olmasından geçiyor.
Kaynak:ulkucu.org.tr